Translate

okumak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okumak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2023 Perşembe

Kıyamet Emeklisi

 Şule Gürbüzün 2 cilt ve toplamda 924 sayfadan oluşan kitabı fiziki ağırlığının yanı sıra ruhsal bir ağırlıkla çöküyor üzerinize. Detaylı ve incelikle işlenmiş güzel bir roman okuyoruz.Sadece roman demek yeterli olmaz. Bir felsefe, bir tasavvuf belki de. 


 Ana karakterimiz Azizin 15 yaşında aile evinden kaçmasıyla olay örgüsü başlar. Aziz dilsiz orucunda olan ve onlarla hiç konuşmayan babası, eşine itaat eden annesi ve evin gözde çocuğu abisiyle anlaşamaması üzerine evden kurtulmak için çıkar gider. Sokaklarda dolanırken bir vesileyle sarılık tekkesi adında Hasan dedenin ve ayısının bulunduğu bir tekkeye girer. Biraz orada kalır. Ayıya yoldaş olur. Sonra Hasan dede Azizi melami tekkesine Hilmi babanın yanına götürür. Hilmi babanın yanındayken kendi babasından görmediği şeylerin arayışına düşer. Din ile beraber kendi içindeki benliklerle ilgili de bir arayışa geçer. Baba dediği Hilminin de yanından bir vesileyle alınınca bu sefer uşşaki teknesine Kemaleddin efendinin yanına gider. Erzuruma Ayçukuru köyündeki harabe bir kulübeye inzivaya gönderilir. Orada kendiyle ve Allah'la baş başa kalıp dünyanın derdinden tasasından arınacakken bir yandan da yaşamanın yollarını arar. Komşulardan ekmek yapmayı öğrenir,temizlik yapar,kendine bakmayı öğrenir. Komşularına da yaptığı yemekten ve ekmekten verir. Kendi içindeki sorgusu hep devam eder bu süreçte. Sonra bir gün şehir merkezinden bir haber gelir ve evine geri dönmesi gerekir. Dilsiz orucunda olan babası annesiyle birlikte evlerindeki bir yangında kimseden yardım isteyemeden ölürler. Anne ve babasının küllerine bakıp ağlayan Aziz , abisi Ademle de aralarında hiçbir kardeşlik bağı kalmadığından yapayalnız kalır. Hocası Kemaleddin efendinin tavsiyesiyle lise diploması alma sınavına girer. Diplomasını alır. Askere gider gelir ve artık dönecek bir evi sığınacak bir babası kalmayınca tavsiye edildiği üzere İstanbul'a Nuhu adında bir adamın yanına gider. orada iş bulup çalışmaya başlar. Manisalı Tevhide diye bir kızla evlenir. Evliliğinde de aradığı şeyi bulamaz. Yine içine kapanmaya devam eder. Adil adında ilk çocukları doğar. Aziz eve hiç uğramayan günün çoğunu Nuhuyla ya da evin terasında yalnız başına oturarak geçiren ilgisiz bir baba olur. Tıpkı kendi babasının yaptığı gibi. 2 yıl sonra da alev adında bir kızları olur. Tevhide bu sefer evlilikten ve aileden bulamadıklarını alevde aramaya koyulur. Aleve mandolin alır, onu kurslara yazdırır, güzel sanatlara gönderir ama alev de kendini hep babasına yakın hisseder. Adil daha içine kapanık ve nevrotik bir çocukken Alev babasının sorguladıklarının peşinden giden, abisinin hüznünü hisseden derin bir görüşe sahip olan bir çocuktur. Aziz aile hayatına devam ederken bir yandan da babanın yanından ani ayrılışının vicdan azabını dindirmek için tekrar Erzurum'a döner. Arar sorar bildiği bütün tekkelere gider ama babayı bulamaz. Onun öldüğünü öğrendiğinde mezarına gidip onunla vedalaşır ve evine geri döner. Döndüğünde hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Aziz işten ayrılır. Kendini ardiyeye kapatır, kimseyle konuşmadan ,su ve zeytin harici bir şey yiyip içmeden 2 ay yaşar. Bu hayattaki günlerinin yavaş yavaş sonuna geldiğini anlayan aziz emekli olmaya karar verir: Kıyamet emeklisi. 

Dünya azizin gözünde hep sorgulanması gereken, sorgulandığında bulunanın da kabul edilmemesi gereken bir yerdi hep. Emekli olurken rahat göçmüştür bu dünyadan umarım. Ayrıca kitapların kapak fotoğraflarını bizzat Erzurum Ayçukuru köyüne giderek Şule gürbüz çekmiş. 1.cildin kapağı evin içine yani azizin iç dünyasına bakarken ikinci cilt evin dış kapısına manzaraya bakıyordu. Bu kapakların da bizim için ve romanın gidişatı için önemi çok büyük.

 Bir kez daha hayran kaldım aklına ve kalemine, kendini ifade edişine. İyi ki varsın Şule Gürbüz. İyi ki tanıştırdın bizi Azizle. İyi ki bizi kendi içimizdeki harabeyle tanıştırdın.



10 Ocak 2023 Salı

Bir Mektup



“Belki hayat bir şeye başlama çağrısı yapıyordur. Var oluşun evet ve hayırının uyandırdığı duygular, her türlü yolculuğa başlamak için iyi bir nokta. Doğmak için doğru zamanı bekleyen bir canlı gibi kısıtlamalar da kendinden başka bir şey olarak doğacağı anı bekliyor.

 Güneş adillerin üzerinde olduğu gibi adaletsizlerin üzerinde de ışır. Sevinç bize dışarıdan verilmez. Birini ancak dışından topladığı sesler kurtarabilir. Henüz hiçbirimizin burada olmadığı bir zaman vardı. Kozmik başlangıç.  Ama insanlar gerçek ve doğrunun ne olduğunu bilemiyor, sadece her yeni durumda ne olmaları gerektiğine karar verebiliyor.

 Hatırlanamayacak kadar acı veren şeyler var. Çocukluk gibi. Dolmak isteyen daireler var. Bir bardak su almak için ayağa kalkan biri pencerenin önünden geçtiğinde ışıkta hızla dağılan toz zerrecikleri var.

 Zamanın başlangıcında içimize bir yaratılış fikri mi yerleştirildi. Neye dönüşeceğimizi bizi yoğururken ellerinde bilen bir çömlekçi tarafından.

 Affetmek yakıcı bir şeydir, ateşle çalışır. Artık ihtiyaç duymadığım şeyleri yakar. İnsan ancak artık ihtiyaç duymadığı şeyleri affedebilir. Lütuf nehri asla kurumaz derler. Bu nehir asla kurumaz. Sanmam.

 İçimden bir ses sana ne verilirse verilsin yeterli olmayacak çünkü bütün bunları içine koyacağın bilinçle şekillenmiş bir kabın yok diyor; her şey dağılıp dökülüyor. Aslında her karşılaşmanın aynı zamanda bir yok olma demek olduğunu ben zaten biliyordum. Kendimin başka bir versiyonunun daha yok olma anı. Deri değiştiren bir sürüngen gibi ayrılırken içimden yeni bir şey çıkıyor, yaşamaya bununla devam ediyordum. Aslında bu herkes için de böyle.

 Bir zaman açılmaya davet edilmiş bir şey şimdi neden kapansın? Çünkü hayat bunu gerektiriyor derler. Bir kapının aniden açılması, durgun bir merkezden daireye doğru yavaşça açılma, yara dokusunun kapanması, isteksiz ve eksik taraflarını onurlandırmak için işleyen sallantılar ve dönemeçler. Uçurumun tavanı. Eninde sonunda onu yok edeceksem kendimi neden inşa edeyim? Kendimle ilgili daima yanlış şeyler öğrendim. Benden öncekilerin sesini içimde taşıyarak. Tümüyle yeni bir bakma yolu arayarak ve onu bulamadan. Baktığımda bakan neydi? Konuştuğumda konuşan, yürüdüğümde yürüyen, sarıldığımda sarılan, ağladığımda ağlayan, yediğimde yiyen, uyuduğumda uyuyan, uyandığımda uyanan? Bende kendini arayan neydi? Böyle böyle bir şey yapmaktan korkar hale geldim. Bazen bir gün her şeyi anlayabileceğim düşüncesine kapılıyorum, her şeyi, hem de en ince haliyle. Olmanın yeni bir yolunu bulup sonra hemen unutuyorum. Bilme şeklim o kadar hatalı ki bana hiçbir kılavuz, hiçbir kitap yardımcı olamıyor. "Geçmişi unut. Yalnızca devam et." "Senin dediğin olsun. " "Işığı değil gölgeyi takip ettin." "Geri dön. Geri ver. Bundan kimseye bahsetme."

 Hayat uzun bir başkalarının kavramlarıyla baş etme hikâyesi olmamalı. Olamaz. İçeride kalmam söylendi. Kaldım. Kendimi daha önce geçtiğim yollarla dengeledim. Ben, şeyleri başlatmakta mı, onları sonlandırmakta mı, yoksa sürdürmekte mi iyiyim? Bir doğam var ve ben yaşarken kendini yaratan ikinci bir doğam daha. Hep içeride kal diyen yolların sınırına yaklaştığımda bu defa göğsümde bir gücün harekete geçmek için toplandığını duydum. Hiçbir şey yeterli değildi evet ama her şey çok fazlaydı. Ne zaman bir şeyi görmek istesem, gözlerimi o şeyin bedenime yerleşmesi için oyulmuş iki delik olarak kabul ettim. Etmeyen göremez. Ama ben sadece gören değil izleyen de olmak istiyorum. Bir çocuk ya da hayvan değilsem insanların gerçeği söylediğini nasıl bilebilirim? Gerçekten önemli olan nedir?

Sevgiyi anlamanın tek yolu sevmektir. Ölümü anlamanın tek yolu ölmektir. Bu düşünce acı yaratıyorsa da acı, hissizlikten iyidir. Var olmanın tadına ve bir yoluna bakmalı ama ona bağlanmamalı. Bütün izlenimlerden kaçmalı. Geride herkesin hafızasında canlanacak zarif bir beden bırakmalı. Kendinin fikrini, adının hatırasını. Hayatın çokluğu başımı döndürdü. Zirve ve dip. Varoluşun sorun çözmek sokağı. Kaderin tamamlanması. Muhafız. Olaylar bana hâkim oldu.

 

Derinleşen her şey dikkat gerektirir. Dostların seni yarı yolda bırakabilir. Sütün İçinde süt, Suyun içinde su ve senin içinde sen varsın. Her şey kendi armağanıyla geliyor, dolaşıyor, bakışıyor, gidiyor. Olan oldu. Olanda hayır vardır derler. Sanmam. Tümüyle İnsan olmama yardım edecek şeyleri nerede bulabilirim? Mutlaka yıpranmış olacaklar. Acının eşlik ettiği derin sevgiye yani arzuya yaşama iştahına nüfuz edilmiş değil, olduğu yerde duruyor o, kendinden başka şeylere hayat vererek, hızlandırarak. Yine de bir şeyin yaşaması için illaki başka bir şeyin ölmesi mi gerekiyor. Bir kurtarıcıyı bekleyebilmek için önce kendini inkâr etmelisin. Sonra ortadaki her şeyi süpürecek ikinci bir rüzgâr gelir, toparlayarak süpürüp götürür. Güç yalnızca gizlice kullanılırsa kendini gerçekleştirebilir. Hareket ederek nereye varılabilir? Bu, yutulması zor bir ilaç. Yine de hatırlamaya, bilmeye, sevmeye ve aramaya çalıştım. Birçok defa birçok şeyi, birçok yeri, birçok kişiyi bütün ihtiyaçlarımın sığınağı sandım. Daima yanıldım. Saat bozuldu, makinist öldü. Öyle olmalı çünkü zamanın dışına atıldım. Anlaşılmayacağını bile bile tonlarca şey yaptım. Yollara çıktım, başkaları için yeni yollar hazırladım. Bıraktığımı zannettiğim her şeye tekrar tekrar saplandım, yol üzerinde durmadan geriye katlandım. Görünmez bir elin itmesiyle oldu bu.

Ama hiçbir şey tam olarak tekrar elde edilemez. Her seferinde gizemli bir yan yol, yeni bir kapı belirir. Başlangıç ve son çok önemlidir. Parlaklığının sınırına varan bir yıldız dönerek kendi içine çöker. Kutlamalı. Rahatlamalı. Teslim olmalı. Nefesimin bedenine dokunan çok ince bir zımparaya benzediğini söylemiştin. "İstersen cila bezi de diyebilirsin." Durmak ve yön değiştirmek için doğru zaman geldi. Ritme geri dönüyorum. Başkalarının odalarını temizlemekten usandım. Ateşi izleyeceğim. Ve küllere üfleyeceğim. Gerekirse kederleneceğim. Merhamet ve tesellinin kaynağına doğru yürüyeceğim. Başka bir oyuna, başka bir odaya, başka bir yere gideceğim. Köklerimi yerinden söküp saplarımı etrafa serpeceğim. Yeni bir yer inşa edeceğim. Tüm borçluların borçlarını sileceğim, yeryüzünün bütün topraklarını pay edeceğim, herkesi akşam yemeğe davet edeceğim. Hayata katılmam talep ediliyor. Bir dairede diğerleriyle biz araya gelmem isteniyor. Ama bana söyleyebilir misin bunun ne yararı var? Bir şey gerçekten değişebilir mi?

Hatırlıyorum, kalp genişledikçe hayatın bahçesi de çiçekleniyordu. Aynı anda sayısız büyüme küçülme, azalma artma, çiçeklenme, çürüme. Baş döndürücü bir başlama hevesi. Asla kolay olmadı. Dayanıklılık gerek. Sebat şart. İnsan hayatı boyunca sadece acıyı ve kaybı yaşar. Direnmek kalbin içinde çelişkiler yaratır. Şu anda her şey bana parlak, canlı ve zeki görünüyor. Galiba her şey evrenin başlangıcında da tıpkı böyleydi. Daralma. Açılma. Parlama.

Göçebe yaşantısına dönemem. Dönemeyiz. Yanlışsız bir biçimde var olmayı bilmiyorum. Hayat beni devam etmeye çağırıyor. Bildiğim tek biçimde devam edeceğim. Tamam. Ben, üzüntüden kaçmayı seçiyorum.

N.”

 Bu yazı intihar mektuplarının o kasvetli havasının aksine son derece öz farkındalıkla dolu bir yeniden doğuş seremonisi aslında. Kendinin farkında ve artık ne yapamayacağına karar vermiş bir insanın mektubu. Varoluşunu çeşitli sorularla en sona anına kadar sorgulayan, cevaplar bulamasa da vazgeçişin tatlı huzuruna eren son derece narin bir ruh. İlk okuduğumda bunun intihar mektubu olduğunu kavrayamamıştım çünkü sebebini anlayamadığım bir şekilde yaşam dolu ve gerçeklerle bezeliydi. Ne yazık ki gerçekler her ruha eşit hissettiremediğinden ve hassas kalplerin en büyük düşmanı olduğundan dayanılamaz bir ağrıya dönüşebiliyor. Bu ağrıya dayanabilenler, dayanamayanlar ve dayanabileceği halde bunu yapacak gücü kendinde bulamayanlar için nihan bu mektubu bıraktı.

 Bu mektup kimileri için kasvetli ve son derce depresif olabilir. Ama içinde taşıdığı derin anlamlara bakılacak olursa çok da iyi bir ders veriyor. Yaşamaya farklı perspektiflerden bakıp analiz yapıyor. Bu analizin sonucunda Nihan bir sonuca erişti ve unutulamayacak bir kitap karakteri olarak adını sonsuza yazmaya karar verdi.

Bu mektupta kendinden bir şey bulabilenlere ve Nihan’a….

3 Eylül 2022 Cumartesi

TUĞBA DOĞAN- NEFASET LOKANTASI

 

 Kitap 3 bölümden oluşuyor: 1.bölümde Türkiye’den gidecek olan Salih için nefaset lokantasında bir veda yemeği veriliyor. 2.bölümde Salih’in sevgilisi nihanla olan ilişkisi anlatılıyor.3. bölümde de Salih’in çocukluğundan bahsediliyor.

 Kitap nefaset lokantasının sahibi Afitap hanımın Salih’e veda yemeği vermesiyle başlıyor. Salih müdavimi olduğu bu lokantada yemeğini yerken Afitap Hanım mutfakta ani bir şekilde ölüyor.  Cenazeye katılanlar hayatlarında belki ilk defa şahit oldukları bir eşekarısı istilası yaşıyorlar. Salih Afitap hanımın miras olarak lokantayı kendisine bıraktığını öğreniyor. 16 yıldır çalıştığı gazeteden bir arkadaşı yüzünden kovulan Salih ne yapacağını bilemediği bir lokantayla kalakalıyor.

 2 yıllık sevgilisi olan nihanın intihar haberini alan Salih, kendisini ölümle aldatılmış gibi hissediyor. Varoluşsal sancılar çekiyor ve buralardan gitmek istiyor.  Roman ilerledikçe anlıyoruz ki Salih sadece işten kovulduğu ve ülkenin durumunu beğenmediği için değil, hayatta tutunacak dallarını; annesini ve çok sevdiği nihanı kaybettiği için gitmek istiyor. Afitap hanımın ölümüyle gidişini ertelemek zorunda kalan Salih bu süreçte geçmişini hatırlıyor. Kalbi düşünüyor ve çocukluk yıllarında annesiyle geçirdiği zamanları hatırlıyor. Babasının metresi olan annesini, eve çok sık gelemeyen babasını ve kendi icat ettiğini söylediği yağekmekşekeri hatırlıyor.


Çocukluktan itibaren anne ve babasız büyümek zorunda kalan Salih, çok eğlendiği Nihanı da işini de kaybedince gidemediği bu ülkede kalmayı da beceremiyor.  Çözemediği sorunlarıyla, peşini bırakmayan geçmişiyle ortada kalıyor. Kaybettikleri yüzünden gitmek isteyip de gidemeyerek kendini cezalandırıyor Salih. Bir nevi intihar ediyor.

Çokça sorgulamayla ve monologlarla dolu bir kitaptı. Neredeyse her yerin altını çizdim. Salih tüm kitap boyunca Brezilya’ya gidemedi belki ama geçmişine doğru adım adım gitti. Asıl gitmesi gereken yerin kendi derini olduğunu öğrendi.  Ne kadar acı verirse versin geçmişte yaşanan her şeyin bir gün hatırlanmak için kapalı kutulardan-hafızadan- çıkabileceğini gösterdi. Gidebilmeyi değil hatırlamayı değerli kıldı.

Tuğba Doğana verdiği bu güzel eserden ötürü çok teşekkür ediyorum.

ALINTILAR:

"Dünyayı anlamaya ilk heves ettiğinde çok okuma, çok düşünme kafayı üşütürsün dediler. Direnip devam ettiyse ergenliğinde şuna bak, çıktığı kabuğu beğenmiyor dediler. Devam edip yetişkin olduğunda ne oldu hani o kadar kitap okudun bir baltaya sap olabildin mi, bak şimdi tutunamayanları oynuyorsun dediler. Kimse bütün değerlerin ucuzlaştığı bir ortamda tutunmanın en iyi ihtimalle onursuz bir beceri olduğundan bahsetmedi."

"Dünyadan alacağı olduğunu düşünenle dünyaya verecekleri olduğunu düşünenlerin farkı, sadece baktıkları yerin farkı, onlar dünyanın umrunda değil, dünya dünya olmaya, hep aynı şekilde dönmeye devam ediyor ama bir tek devran bir türlü dönmüyor."

"Varoluşu anlamsız bulanları anlamıyordu. Ona göre varoluşun sorunu nihayetinde anlamsız değil aşırı anlamlı olmasıydı. Katlanması zor olan da anlamsızlığı değil sonsuzcasına uzayıp giden anlamlarıydı."

"Böyle yaşamaktan yoruldum. İşte bundan gideceğim ben. Buradan. Bu zehirlenmiş topraktan."

“Sen hiçbir zaman gerçekten gitmek istemedin. Sen sana gelinsin istedin.”

Herkesin bir gizli nakaratı vardır. Ömrü boyunca gizliden hep onu söyler.

Benim hayatım bu değil, olamaz. Bir gün bir şey olacak, bir şey kökten değişecek ve gerçek hayatım başlayacak, ben de onu yaşayacağım, yaşarken de diyeceğim ki hah işte buydu.

“Hayatın boyunca kimseye efendim deme oğlum. İnsan efendi değildir.”

"Kıyamet bile tam kopamıyor. Ya da belki kıyamet aslında böyle bir şeydir. Bir seferlik, devasa ve kimseyi kayırmayan felaket değil de gündelik hayatın içinde devam eden, garip, minik düzensizlikler olarak çalışan, her gün yeni bir yere sinip orayı halleden bir şeydir."

“Sevgiyi anlamanın tek yolu sevmektir. Ölümü anlamanın tek yolu ölmektir. Bu düşünce acı yaratıyorsa da acı, hissizlikten iyidir.”

"Pişmanlık ve utanç bizi insanlaştırır."

Kimse yola çıkarken olduğu halde kalmadı. Mazlumlar zalim, âşıklar hain, mücahitler müteahhit ve gariban galip oldu. Hayaller hüsran, hayatlar berbat oldu.

İnsanın evi kitaplarının olduğu yerdir.

“İnsan hayatı boyunca sadece acıyı ve kaybı yaşar.”

“Önce niyetler zehirlendi. Sonra sözler ve eylemler zehirlendi. Arada kelimelere saldırıldı ve kelimelerin ruhları zedelendi. İnsanlar ahmaklaştıkça ahmaklaştı. Hiçbir şey yapamadık. İçinde durarak ve bedenlerimizi yakalamasına izin vererek büyük bir çürüme tarihi yarattık.”

"Hiçbir şeye geç kalınmaz, her şey kendi zamanında olur."

16 Temmuz 2022 Cumartesi

MUTLU ÇİKOLATALAR

 

 Mutluluk, TDK’de “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık, saadetlilik” olarak tanımlanıyor. Mutluluk aynı zamanda göreceli bir kavram. Sizin mutluluk duyacağınız bir şeyden başkaları keyif duymayabilir.

 Mutlu olmanın da pek çok yolu vardır. Örneğin; endorfin ve serotonin hormonu salgılanmasını sağlayan çikolatayı yiyerek mutlu olabilirsiniz. Sevdiklerinize de çikolata ikram ederek onların mutluluğunu paylaşıp siz de mutlu olabilirsiniz. Çikolatalar da mutlu mudurlar acaba? Bu tartışılır fakat çikolata mutluluğun temel bir simgesidir.


Çikolata dışında da mutlu olmanızın pek çok yolu vardır. Kendinize zaman ayırıp yaptığınız herhangi bir şey de sizi çok mutlu edecektir. Özenerek hazırladığınız bir yemek tabağı, saatlerce okuduğunuz bir kitap, uzun uğraşlar sonucu çizdiğiniz bir resim, dinlediğiniz bir şarkı, kendinizle çıktığınız bir yürüyüş ve daha pek çok şey size mutluluk getirecektir. Önemli olan ufacık şeylerden bile alabileceğimiz haz duygusunu bulmak ve bulduğumuz şeyin üzerine gitmektir. Bugün siz mutlu ve pozitif bir insan olduğunuzda çevrenizin de zamanla aynı ölçüde değiştiğini göreceksinizdir.

Günlük hayatın keşmekeşi sırasında unuttuğunuz ve aslında büyük bir şükür sebebi olan şeylerin farkına varın. Büyük mutlulukların ufacık şeylerin ardında olduğunu ve ulaşmanın hiç de zor olmadığını bilin. Kendinize zaman ayırıp sizi ne mutlu eder bunu öğrenin. Size göre olan mutluluğu bulun ve keyfini çıkarın. İşte o zaman hayat size hiç beklemediğiniz anda bir kutu çikolata bahşedecektir. Afiyet olsun🙂

 


17 Haziran 2022 Cuma

MARY - EFES'E YOLCULUK-

 

 Hz. İsa’nın göğe yükselmesinden sonra Meryem ana Efes’e doğru zorlu bir yolculuğa çıkar. Bundan tam iki bin yıl sonra Mary adında bir azize altı yaşındaki lösemili oğluyla birlikte aynı yolculuğa çıkacaktır. Şifalı suyu aramaya çıktıkları bu mucizevi yolculukta her an yüreğiniz ağzınızda ve akışın içinde sanki sizde varmışsınız gibi hissedeceksiniz. Bin yıl önceki tarihsel gerçeklerin günümüz kurgusuyla çok iyi bir şekilde birleştirilmiş halini okuyacaksınız.

  Mary, kendisinin bir azize olduğunun farkında değildir. Bir gün hastanedeki oğlunun başında beklerken uyuyakalır. Rüyasında Meryem anayı ve Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Yuhannayı görür. Bu rüyaların ardından gelişen olaylar sonucu Mary kendisinin seçilmiş biri olduğunu öğrenir. Gördüğü rüyalardan yola çıkarak şifalı suya oğlunu götürmek için Türkiye’ye gitmeye karar verir. Oğlunun doktorunu da alıp Türkiye’ye Meryem ananın evine ve şifalı suya doğru yolculuğa çıkarlar. Mary’nin peşine onu öldürme göreviyle kardinalin adamları takılmıştır.

     Mary Türkiye’ye gelir gelmez şifalı suya gider ve elini keserek suyun altına tutar. Hiçbir iyileşme göremeyince suyun şifalı olmadığını anlayıp ümitsizliğe kapılır. Uzaktan olanı biteni izleyen Mengü kadın Mary’nin halini görüp onu hemen yakınlardaki evine götürür. Mary’nin dilini bilmediği için rehber Mustafa’yı çağırır.  Mengü kadın aslında doğaüstü güçlerle iletişime geçebilen birisidir ve Mary’nin neden buralara kadar geldiğini öğrenmiştir. Mary’nin uyumasını sağlayarak rüyalarındaki yolculuğunu tamamlamasını beklerler. Rüyasında iki bin yıl önce Meryem ananın yaşadıklarını tüm detaylarıyla gören Mary şifalı suyun gerçek yerini öğrendikten sonra uyanır. Oğlunu da alıp şifalı suya gider.

  Türkiye’nin önemli zenginliklerinden olan Efes, Laodikya, Hierapolis vb. nice güzelliklerden kitapta da detaylıca bahsediliyor. Hatta kitap bu muhteşem kurgunun ardında bu güzellikleri tanıtmak ve ülkemizdeki inanç turizmini geliştirmek adına yazılmış diyebiliriz. Gerçekten de tüm dünyanın görmesi gereken güzellikler bizim ülkemizdeyken en az ziyaret edilenler de yine bizim ülkemizde. Bu durumu değiştirmek adına, çevremizdeki olağanüstü tarihin ve bu güzelliklerin farkına varmak adına devrim niteliğinde bir kitap. Gözünüz gönlünüz açılacak ve hemen en yakınınızdaki tarihi bölgelere seyahat etmek isteyeceksiniz. Bu muhteşem kitaptan kimsenin mahrum kalmasını istemiyor ve tarihimize sahip çıkılması adına bende bu yazıyı yazarak ufak da olsa bir adım atmak istiyorum.  Aynı zamanda kitaba ulaşmak için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz. Şimdiden keyifli okumalar.

https://books.google.com.tr/books?id=2thaEAAAQBAJ&printsec=frontcover&hl=tr&source=gbs_ge_summary_r&cad=0#v=onepage&q&f=false

KİTABIN TANITIM VİDEOSU:

https://www.youtube.com/watch?v=lHSShguL0hY

2 Mart 2022 Çarşamba

SAHAFLIK KÜLTÜRÜ

 

 Sahaflar ikinci el ve eski kitapların alınıp satıldığı kitapçılardır.  Dilimize Arapça olan sahife kelimesinden geçmiştir.  14-15. Yüzyıllarda Bursa ve Edirne’de gelişmeye başlayan sahaflık İbrahim Müteferrika’nın matbaayı bulmasıyla taçlandırılmıştır. Kitapların basılmasıyla okurlar koleksiyon yapma imkanları bulmuştur. Yapılan bu koleksiyonlar zamanla okurun vefat etmesiyle sahaflara bağışlanmaya başlamıştır. Bağışlanan ve takas edilen ikinci el kitaplar, kâğıt toplayıcılarının buldukları romanlar, sahafların genellikle kitaplarını temin etme yollarıdır. Günümüz sahafları test kitapları, posterler, plaklar ve pullar gibi koleksiyonluk ürünler satsalar bile sahaflığın eskiden beri süregelen kültüründe aslında eski kitapları satmak vardır. Günümüzde eski ve değerli kitapları talep eden olmadığı için -olsa da ekonomik anlamda gücü yetmediği için- sahaflar kiralarını ödeyebilmek ve geçinebilmek adına test kitapları ya da antika ürünler satmak durumunda kalıyorlar.

 Sahaflıkta ve okurlukta ortak olarak en zorlanılan yerlerden bir tanesi de ekonomidir. İnsanlar hayatlarını idame ettirebilmek için mesleklerinin kültürünü bozguna uğratmak zorunda kalıyorlarsa burada işçi sınıfının yapabileceği pek de bir şey görünmüyor. Sanatı ve zanaatı, mesleklerin özünü korumak için elini taşın altına koyacak eski kültürlere sahip çıkacak birileri ne yazık ki bulunmuyor.  Halbuki başka hayatların hikayelerini kendimizinkine eklememize yardımcı olan en kıymetli etken sahaflardır. Sahafların kendilerine has selüloz kokusu içeri girdiğiniz anda sizi başka diyarlara alır götürür.

 ‘Sahaf esnafı çoğunlukla yazma ve değerli kitap satan, derin kitap bilgisi ve ilmi olan, müşterisinin ihtiyacını gideren, ehline ehliyetle deva bulan bir ticaret erbabıdır’. Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak'ın bir sözü vardır. “Sahaflıkölenlerin kitaplarını alıpölecek olanlara satma sanatıdır.”  Ülkemizde pek çok yerde sahaflar çarşısı bulunmaktadır. İstanbul’da Beyazıt sahaflar çarşısı ve Beyoğlu Aslıhan çarşısı en bilinenleridir.  


 Son olarak araştırmalarım esnasında sahaflar belgeselinde duyduğum bir sözü paylaşmadan edemeyeceğim: “Kitabın üç büyük düşmanı vardır; ateş, su ve kadın.”  Bu sözün kullanılış biçiminde profesörlerin eve çok kitap aldıkları için eşlerinin kıskanmaları ve onlar öldükten sonra da kitapları hemen satmak istemeleri örnek olarak verilmiş. Her ne olursa olsun böylesine genel ve cinsiyetçi bir tanım çok yanlış. Okumayı seven, kitaplarda kendini bulan ve sahaf olan kadınlar da var. Örneğin İskenderiye kütüphanesinin yakılmasını önlemeye çalışan Hypatia bilge bir kadındı. Yani kadınlar kitapların düşmanı değil ancak dostu olabilirler.  Kitaplar söz konusu olduğu zaman kadınlar ve erkeklerin ayrımcılığa uğraması söz konusu bile olamaz. Kitap kendi bünyesinde cinsiyet barındırmaz.  

   Sahaflık kültürünü devam ettiren , Sorduğum bütün sorulara cevap veren ve her gittiğimde içten bir sıcaklıkla beni karşılayan Hakan Aktaş’a ve Serkan Aktaş’a teşekkürlerimle….

 

22 Kasım 2021 Pazartesi

KURTLARLA KOŞAN KADINLAR

 


  Merhabalar. Bugün 25 yılda tamamlanmış bir psikanaliz kitabını anlatacağım. İçinde hem mitolojiyi hem de psikolojiyi barındıran,16 ayrı öyküden oluşan bir kitap. Bu 16 bölümü birbirinden bağımsız olarak da okuyabilirsiniz.

  Yazarın bütün bir kitap boyunca tatlı tatlı yüzümüze çarptığı şey aslında içimizde bir köşede saklanmış olan vahşi kadındır.’ Kurtlarla kadınlar arasında vahşilikleri, zarafetleri ve içinde yaşadıkları topluluğun üyelerine duydukları bağ açısından psişik(ruhsal) bir benzerlik vardır.’ der yazar. Kısaca kadın doğayla iç içe olduğunda kendi içindeki vahşi kadın arketipini bulma olanağına erişir. Kendisinin yapabileceklerini gören ve inanan kadının elinden kurtulamayacak hiçbir şey yoktur. Tıpkı kitabın başındaki kemiklere şarkı söyleyen kadın gibi. Bu kadın ‘la lobadır.’ Kemiklere şarkı söyleyen kurt kadındır.  Çölden topladığı kemikleri birleştirip onlara büyük bir ilgi ve özenle şarkı söyler. Bir gün neredeyse bir kurdun bütün iskeletini toparlamıştır ki kurt bir anda ete kemiğe bürünür. La Loba’nın gözleri önünde ormana doğru koşmaya başlar. Kurt ay ışığının altında koşarken anında çok güzel, upuzun saçları olan ve özgürce ufka doğru koşarak kahkahalar atan bir kadına dönüşür. Bu mitolojik kurt kadın öyküsü kitaptaki en etkileyici öykülerden sadece bir tanesi. Eğer diğer öyküleri de merak ediyorsanız, içinizdeki vahşi kadını aramaya çıkmak istiyorsanız kendinize verebileceğiniz en muhteşem hediye bu kitaptır. Annenize, ablanıza, teyzenize ya da evlenecek bir yakınınızın çeyizine de ideal bir hediye olacaktır.

 

 KİTAPTAN ALINTILAR:

 “Biz olmadan vahşi kadın ölür. Vahşi kadın olmadan da biz ölürüz. Gerçek hayat için her ikisi de yaşamalıdır.”

 “Psikanalitik öğüt mü istiyorsunuz? Gidin kemik toplayın.”

“Çocuklarını istismar eden ana babalara yalnızca "katı" denildiği; iliklerine kadar sömürülen kadınların ruhsal yaralanmalarına "sinir krizi" adı verildiği; sımsıkı korselere sokulan, sımsıkı gemlenen ve sımsıkı dizginlenen kız ve kadınların "edepli", "zarif" görüldüğü bir zamandı ve hayatın sayılı anlarında yakalarını kurtarmasını beceren diğer kadınlar ise "kötü" damgası yediler.”

"Kişinin istediği şeyleri araması asla bir hata değildir. Asla."

"Dibe vurmak, son derece acı verici olsa da aynı zamanda tohum ekmenin zeminidir."

"Her eylem, başka her şeyden önce, tini güçlendirmekle işe başlar."

“Eğer size bir ara meydan okuyan, işe yaramaz, şımarık, kurnaz, asi, itaatsiz, isyankâr denmişse, doğru yoldasınız. Vahşi kadın, yakınlardadır.”

                     

“Kadınlar yirmili yaşlarına gelmeden önce bin kez ölmüşlerdir. Şu ya da bu yöne gitmişler ve engellenmişlerdir. Engellenmiş umutları ve düşleri de vardır. Aksini söyleyen hala uykudadır.”

“"Günümüz kadını, bulanık bir etkinlikler yumağına dönüşmüş durumda, herkes için her şey olmaya koşullandırılmıştır."

"Kadınlar, gerektiğinde hapishane duvarlarına mavi gökyüzünün resmini çizebilirler."

"Güçlü olmak, kas geliştirip şişirmek anlamına gelmez. İnsanın, kaçmadan kendi tanrısallığıyla buluşması, kendi kafasına göre vahşi doğayla iç içe bir hayat yaşaması anlamına gelir. Öğrenebilmek, bildiklerimize katlanabilmek anlamına gelir. Dayanmak ve yaşamak anlamına gelir."


30 Temmuz 2021 Cuma

OKUMAK!

 

   Okul dergisinin edebiyat bölümü için yazmış olduğum ‘Kitap okumak’ temalı yazıyı direkt burada da paylaşmak istemiştim. Fakat bir şeyler değiştirebileceğim zannıyla baskıcı bir şekilde o kadar çok vurgulamışım ve eleştirel yaklaşmışım ki o yazıyı beğenmediğim için bir yenisini daha kaleme alıyorum.

   Kitap okumak; at gözlüklerimizi çıkartıp ufkumuzu geliştirir. Zekayı kibarlaştırır ve bizi farklı diyarlara yolculuklara çıkartır. Kitap gözümüzle okuduğumuz zihnimizle de yönetmenliğini yaptığımız bir sinemadır , her kitap farklı senaryoda olsa dahi zihin onu yönetmesini bilir. Okuduğunuz eser teorik yada bilimsel bir kitap olabilir ama ilginizi çekiyorsa bundan keyif almamanız yada bir şeyler öğrenmemeniz mümkün değildir. Her kitap mutlaka size bir şeyler katacaktır. 


  Okumayı kitapla sınırlandırmamamız gerekir . gazete, makale, deneme ,dergi, senaryo, çizgi roman vb. yapıtlar okuma alanımızı zenginleştirirler. Zaten okumak başlı başına bir zenginliktir. Yaptığımız okumalarda güttüğümüz amaç da bir o kadar önemlidir. Bir şeyler öğrenmek ,kendimizi geliştirmek ya da kafa dağıtmak için okumalar yapılabilir. Her ne amaçla olursa olsun bir satır dahi bir şeyler okumak hayatınızda çok şey değiştirebilir. Hangi konulardan keyif aldığınızı bilirseniz okuma planınızı da o kadar keyifli hale getirirsiniz. Elinizden düşmeyecek, sürükleyici ve heyecanlı yapıtlar çoğunluğun tercihidir. Yok ben çoğunluğun içinde olmayayım kendi okuma stilimi oluşturayım diyorsanız -Allah kolaylık versin- klasiğinden modernine , edebiyatından kurgusuna kadar birçok farklı eser okuyup hangisinin sizi cezbettiğini bulmanız gerekir. Bu arayış esnasında zaman kayıpları, para kayıpları olabilir. Fakat zevk için harcadığınız paradan kitaplar için de sarf etmeniz sizden bir şeyler götürmeyecektir . Ama dünya üzerindeki yazılmış bütün kitapları okumaya ömrünüz ve paranız yetmeyeceği için bu konuda seçici olmanız gerekir. Kendinizi tanımanız bu noktada çok önemlidir.  Eğer tanıyamadığınızı düşündüğünüz ve kim olduğunuzu bilmediğiniz için okuma serüvenine atıldıysanız sevdiğiniz kişilerin, arkadaşlarınızın, sanatçıların önerdiği kitaplara göz atabilirsiniz. Neyin size hitap ettiğini kendiniz belirleyin ve herkesin önerisini de dikkate almayın. Çünkü kitap önermek bir noktada cinayete dönüşebiliyor.

 ( Ve son olarak da gelen tüm zamlara rağmen okuyun; kütüphaneden, internetten, sahaflardan veya arkadaşlarınızdan değiş tokuş yaparak okuyun, araştırın ve öğrenin.)

27 Haziran 2021 Pazar

YAZMAK YA DA YAZMAMAK !

 

   Shakespeare’in ünlü eseri Hamlet'ten bir alıntıyı biraz da değiştirerek konuya giriş yapmak istedim. ”Yazmak ya da yazmamak işte bütün mesele bu!”  Duygu, düşünce , bilgi gibi oluşumların aktarılabileceği bir olanak aslında yazmak. Sosyal bir mecrada yayımlamak ya da kitap çıkartmak için yazmasanız bile-kendiniz için-  bir şeyler yazıyor olmak zihinsel bir terapidir.

 Peki bu terapiyi işkenceye çevirmeden yazmak mümkün müdür? Yazmak ne gibi bir işkenceye dönüşebilir ki diyorsanız, sanırım şöyle açıklanabilir: “ Yazdıklarım çok basit şeyler bunu herkes yazabilir, şu cümleyi eklemeyeyim yanlış yönlere çekilebilir .Ya yazdığım bir şey ileride iş hayatımda ya da herhangi bir alanda karşıma çıkarsa ve bu durum hayatımı olumsuz etkilerse vb. bir sürü kısıtlamayı zihin duvarlarınıza örerek kendinize bir otosansür koymuş oluyorsunuz. Aslında yazsanız belki de ortaya harika cümleler çıkacak fakat kendinizi bu sebeplerden ötürü kısıtlıyorsunuz. Bir yandan da haklı olarak korkuyorsunuz çünkü söz uçacak ama yazı kalacak. Yani bir şekilde kendi düşüncelerinizi kalıcılaştırmış oluyorsunuz.

E şimdi ben bu bahsettiğim korkuları yaşamıyor muyum da blog yazmaya karar verdim? Aslında yaşıyordum ama kendimce bir şekilde göz ardı etmeyi-şimdilik- başardığımı düşünüyorum. Nasıl mı?    "Türkiye kitap okuma oranının dahi çok düşük olduğu bir ülkeyken kim benim blog yazılarımı okur ki? "Tohumunu toprağa atıyorsunuz ve köklenmesini bekliyorsunuz. Bu düşünce üzerine yıkılabileceğiniz kadar köklendiğinde de bir blog hesabı açıp istediklerinizi yazabiliyorsunuz. İşin şakası bir yana bu konuda daha çok yeniyim artılarını ve eksilerini yaşayarak öğreneceğim. Lise yıllarındaki amatör yarışma yazılarımı saymazsak şu ana kadar hiçbir yazdığım metni bir yerde paylaşmadım ve yayımlamadım. Konfor alanımın dışına çıkarak ve eleştirilere de açık olarak bu deneyimin içine bir dalış yapıyorum. Yazmaktan keyif aldığımı düşünürsek bu yeni yolculuğun da beni bir hayli keyiflendireceğini söyleyebiliriz. Tabi siz ne kadar keyif alırsınız bilemem. – siz demek de bir garip oldu ama alışırım zamanla- 



  Neden yazıyorsun? Niye blog hesabı açtın ? Diyecek olursanız annem için açtım. Yazdıklarımı okusun diye .Çünkü zaten annemden başka birinin – şans eseri tıklamadıysa tabi- benim yazdığım şeylere rast gelip okuyacağını düşünmüyorum. Kendim için yazıyorum, kendim için okuyorum. Çünkü seviyorum.

  Eğer sizin de yazmak hakkında bazı tereddütleriniz ve korkularınızı varsa işe hemen temiz bir sayfaya öncelikle kendiniz için sonra da belki profesyonel anlamda bir şeyler yazarak başlayın. Nasıl olsa Türkiye’de yaşıyoruz.  Eğer popüler bir yazar olmak gibi bir niyetiniz yoksa ve şansınız yaver giderse yazdıklarınızı kimse okumayacaktır rahat olabilirsiniz.

O zaman hadi bakalım yazma serüvenimize başlayalım .  

Adı:Kadın Öykü Seçkisi

  "Adı: Kadın Öykü Seçkisi"  Bu öykü seçkisine katılırken kazanabileceğime dair bir ümidim yoktu. Şansımı denemek istedim. İy...