Translate

blog yazmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
blog yazmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2022 Pazartesi

HÜZNÜ ÇALAN PERİLER

  ( Dört farklı kişi, dört farklı ruh tarafından yazılmış bir ortak şiirdir.)


                                                                                                              (4.11.2022)

 Kıpırdatmıyor bu dert beni yerimden.

Yeşillendi gönlümün kır bahçeleri sonra soldu tek tek

Gerçeklik istiyorum dokunma solsa da çiçeklerime, bırak acımı bile!

Her yaktığım sigara hala ciğerimi solduruyor

Hayatın verdiği rolleri reddediyorum!

Ormandaki küçük yeşil perilerin şarkılarını duyuyorum mağaramdan

Duygularımın şarkısını dinliyorum, Sanırım yıkılışımın türküsü.

Çiziyorum pamuktan bulutların yanına sönmüş yıldızlarımı.

Sen kâinatın en güzel çıkmazısın.

Yapraklarımı döktüm senin topraklarına

Senin yüzünden kendimi aksatmışım, her şeyim olmuşsun ne yazık.

Yokluğunda yediğim içtiğimden de tat alamıyorum. Kimsin? Nasıl buna sebep olabiliyorsun?

Cüretkâr bir yalnızlığın içine doğuyorsun.

“Öldüğümüzde küllerimiz bir olsun, belki hayta bir torun döker külümüzü bahçeye senle ben çiçek oluruz, bir oluruz.”

Anma beni, anamazsın zaten ben kendimi hatırlatırsam varım senin için…

Uzanmak istiyorum derin bir sessizliğin içine

Eski bir intiharın hikayesi okunur dudaklardan,

“Seninle içtiğim şarap haram değildir bana.”

Her şey öyle değil midir? Olması gerektiğinde kaybolur, gider.

Dallarımda asılı kozasından çıkacak renkli kelebekler

Vazgeçtiğim her kuşun kanadından öpüyorum.

Gelincikler kızartmış etrafı, beklerler küçük çocukların soymasını

Deniz istiyorum, soğuk suyla savaşmak, soğuk insanlardan sonra

İlaç gibi gelen deniz ve tatlı meltem.

Hatırlar mısın bilmem eski sevgi dolu günleri, söylesene çok mu zor geriye dönmek?

Geçmişin ağlarına takılıp kalan, maziden bir şarkıdır sesin.

Tekrar tekrar kafamda çalıyorum seni

Bırak notaları da çık kafamdan, çalma senin olmayan her şeyi.



Yazarlar: Havva nur kara

Neslihan karabaş

Ruveyda karabaş ve ben.


2 Mart 2022 Çarşamba

SAHAFLIK KÜLTÜRÜ

 

 Sahaflar ikinci el ve eski kitapların alınıp satıldığı kitapçılardır.  Dilimize Arapça olan sahife kelimesinden geçmiştir.  14-15. Yüzyıllarda Bursa ve Edirne’de gelişmeye başlayan sahaflık İbrahim Müteferrika’nın matbaayı bulmasıyla taçlandırılmıştır. Kitapların basılmasıyla okurlar koleksiyon yapma imkanları bulmuştur. Yapılan bu koleksiyonlar zamanla okurun vefat etmesiyle sahaflara bağışlanmaya başlamıştır. Bağışlanan ve takas edilen ikinci el kitaplar, kâğıt toplayıcılarının buldukları romanlar, sahafların genellikle kitaplarını temin etme yollarıdır. Günümüz sahafları test kitapları, posterler, plaklar ve pullar gibi koleksiyonluk ürünler satsalar bile sahaflığın eskiden beri süregelen kültüründe aslında eski kitapları satmak vardır. Günümüzde eski ve değerli kitapları talep eden olmadığı için -olsa da ekonomik anlamda gücü yetmediği için- sahaflar kiralarını ödeyebilmek ve geçinebilmek adına test kitapları ya da antika ürünler satmak durumunda kalıyorlar.

 Sahaflıkta ve okurlukta ortak olarak en zorlanılan yerlerden bir tanesi de ekonomidir. İnsanlar hayatlarını idame ettirebilmek için mesleklerinin kültürünü bozguna uğratmak zorunda kalıyorlarsa burada işçi sınıfının yapabileceği pek de bir şey görünmüyor. Sanatı ve zanaatı, mesleklerin özünü korumak için elini taşın altına koyacak eski kültürlere sahip çıkacak birileri ne yazık ki bulunmuyor.  Halbuki başka hayatların hikayelerini kendimizinkine eklememize yardımcı olan en kıymetli etken sahaflardır. Sahafların kendilerine has selüloz kokusu içeri girdiğiniz anda sizi başka diyarlara alır götürür.

 ‘Sahaf esnafı çoğunlukla yazma ve değerli kitap satan, derin kitap bilgisi ve ilmi olan, müşterisinin ihtiyacını gideren, ehline ehliyetle deva bulan bir ticaret erbabıdır’. Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak'ın bir sözü vardır. “Sahaflıkölenlerin kitaplarını alıpölecek olanlara satma sanatıdır.”  Ülkemizde pek çok yerde sahaflar çarşısı bulunmaktadır. İstanbul’da Beyazıt sahaflar çarşısı ve Beyoğlu Aslıhan çarşısı en bilinenleridir.  


 Son olarak araştırmalarım esnasında sahaflar belgeselinde duyduğum bir sözü paylaşmadan edemeyeceğim: “Kitabın üç büyük düşmanı vardır; ateş, su ve kadın.”  Bu sözün kullanılış biçiminde profesörlerin eve çok kitap aldıkları için eşlerinin kıskanmaları ve onlar öldükten sonra da kitapları hemen satmak istemeleri örnek olarak verilmiş. Her ne olursa olsun böylesine genel ve cinsiyetçi bir tanım çok yanlış. Okumayı seven, kitaplarda kendini bulan ve sahaf olan kadınlar da var. Örneğin İskenderiye kütüphanesinin yakılmasını önlemeye çalışan Hypatia bilge bir kadındı. Yani kadınlar kitapların düşmanı değil ancak dostu olabilirler.  Kitaplar söz konusu olduğu zaman kadınlar ve erkeklerin ayrımcılığa uğraması söz konusu bile olamaz. Kitap kendi bünyesinde cinsiyet barındırmaz.  

   Sahaflık kültürünü devam ettiren , Sorduğum bütün sorulara cevap veren ve her gittiğimde içten bir sıcaklıkla beni karşılayan Hakan Aktaş’a ve Serkan Aktaş’a teşekkürlerimle….

 

27 Haziran 2021 Pazar

YAZMAK YA DA YAZMAMAK !

 

   Shakespeare’in ünlü eseri Hamlet'ten bir alıntıyı biraz da değiştirerek konuya giriş yapmak istedim. ”Yazmak ya da yazmamak işte bütün mesele bu!”  Duygu, düşünce , bilgi gibi oluşumların aktarılabileceği bir olanak aslında yazmak. Sosyal bir mecrada yayımlamak ya da kitap çıkartmak için yazmasanız bile-kendiniz için-  bir şeyler yazıyor olmak zihinsel bir terapidir.

 Peki bu terapiyi işkenceye çevirmeden yazmak mümkün müdür? Yazmak ne gibi bir işkenceye dönüşebilir ki diyorsanız, sanırım şöyle açıklanabilir: “ Yazdıklarım çok basit şeyler bunu herkes yazabilir, şu cümleyi eklemeyeyim yanlış yönlere çekilebilir .Ya yazdığım bir şey ileride iş hayatımda ya da herhangi bir alanda karşıma çıkarsa ve bu durum hayatımı olumsuz etkilerse vb. bir sürü kısıtlamayı zihin duvarlarınıza örerek kendinize bir otosansür koymuş oluyorsunuz. Aslında yazsanız belki de ortaya harika cümleler çıkacak fakat kendinizi bu sebeplerden ötürü kısıtlıyorsunuz. Bir yandan da haklı olarak korkuyorsunuz çünkü söz uçacak ama yazı kalacak. Yani bir şekilde kendi düşüncelerinizi kalıcılaştırmış oluyorsunuz.

E şimdi ben bu bahsettiğim korkuları yaşamıyor muyum da blog yazmaya karar verdim? Aslında yaşıyordum ama kendimce bir şekilde göz ardı etmeyi-şimdilik- başardığımı düşünüyorum. Nasıl mı?    "Türkiye kitap okuma oranının dahi çok düşük olduğu bir ülkeyken kim benim blog yazılarımı okur ki? "Tohumunu toprağa atıyorsunuz ve köklenmesini bekliyorsunuz. Bu düşünce üzerine yıkılabileceğiniz kadar köklendiğinde de bir blog hesabı açıp istediklerinizi yazabiliyorsunuz. İşin şakası bir yana bu konuda daha çok yeniyim artılarını ve eksilerini yaşayarak öğreneceğim. Lise yıllarındaki amatör yarışma yazılarımı saymazsak şu ana kadar hiçbir yazdığım metni bir yerde paylaşmadım ve yayımlamadım. Konfor alanımın dışına çıkarak ve eleştirilere de açık olarak bu deneyimin içine bir dalış yapıyorum. Yazmaktan keyif aldığımı düşünürsek bu yeni yolculuğun da beni bir hayli keyiflendireceğini söyleyebiliriz. Tabi siz ne kadar keyif alırsınız bilemem. – siz demek de bir garip oldu ama alışırım zamanla- 



  Neden yazıyorsun? Niye blog hesabı açtın ? Diyecek olursanız annem için açtım. Yazdıklarımı okusun diye .Çünkü zaten annemden başka birinin – şans eseri tıklamadıysa tabi- benim yazdığım şeylere rast gelip okuyacağını düşünmüyorum. Kendim için yazıyorum, kendim için okuyorum. Çünkü seviyorum.

  Eğer sizin de yazmak hakkında bazı tereddütleriniz ve korkularınızı varsa işe hemen temiz bir sayfaya öncelikle kendiniz için sonra da belki profesyonel anlamda bir şeyler yazarak başlayın. Nasıl olsa Türkiye’de yaşıyoruz.  Eğer popüler bir yazar olmak gibi bir niyetiniz yoksa ve şansınız yaver giderse yazdıklarınızı kimse okumayacaktır rahat olabilirsiniz.

O zaman hadi bakalım yazma serüvenimize başlayalım .  

Adı:Kadın Öykü Seçkisi

  "Adı: Kadın Öykü Seçkisi"  Bu öykü seçkisine katılırken kazanabileceğime dair bir ümidim yoktu. Şansımı denemek istedim. İy...