Translate

21 Aralık 2023 Perşembe

Kıyamet Emeklisi

 Şule Gürbüzün 2 cilt ve toplamda 924 sayfadan oluşan kitabı fiziki ağırlığının yanı sıra ruhsal bir ağırlıkla çöküyor üzerinize. Detaylı ve incelikle işlenmiş güzel bir roman okuyoruz.Sadece roman demek yeterli olmaz. Bir felsefe, bir tasavvuf belki de. 


 Ana karakterimiz Azizin 15 yaşında aile evinden kaçmasıyla olay örgüsü başlar. Aziz dilsiz orucunda olan ve onlarla hiç konuşmayan babası, eşine itaat eden annesi ve evin gözde çocuğu abisiyle anlaşamaması üzerine evden kurtulmak için çıkar gider. Sokaklarda dolanırken bir vesileyle sarılık tekkesi adında Hasan dedenin ve ayısının bulunduğu bir tekkeye girer. Biraz orada kalır. Ayıya yoldaş olur. Sonra Hasan dede Azizi melami tekkesine Hilmi babanın yanına götürür. Hilmi babanın yanındayken kendi babasından görmediği şeylerin arayışına düşer. Din ile beraber kendi içindeki benliklerle ilgili de bir arayışa geçer. Baba dediği Hilminin de yanından bir vesileyle alınınca bu sefer uşşaki teknesine Kemaleddin efendinin yanına gider. Erzuruma Ayçukuru köyündeki harabe bir kulübeye inzivaya gönderilir. Orada kendiyle ve Allah'la baş başa kalıp dünyanın derdinden tasasından arınacakken bir yandan da yaşamanın yollarını arar. Komşulardan ekmek yapmayı öğrenir,temizlik yapar,kendine bakmayı öğrenir. Komşularına da yaptığı yemekten ve ekmekten verir. Kendi içindeki sorgusu hep devam eder bu süreçte. Sonra bir gün şehir merkezinden bir haber gelir ve evine geri dönmesi gerekir. Dilsiz orucunda olan babası annesiyle birlikte evlerindeki bir yangında kimseden yardım isteyemeden ölürler. Anne ve babasının küllerine bakıp ağlayan Aziz , abisi Ademle de aralarında hiçbir kardeşlik bağı kalmadığından yapayalnız kalır. Hocası Kemaleddin efendinin tavsiyesiyle lise diploması alma sınavına girer. Diplomasını alır. Askere gider gelir ve artık dönecek bir evi sığınacak bir babası kalmayınca tavsiye edildiği üzere İstanbul'a Nuhu adında bir adamın yanına gider. orada iş bulup çalışmaya başlar. Manisalı Tevhide diye bir kızla evlenir. Evliliğinde de aradığı şeyi bulamaz. Yine içine kapanmaya devam eder. Adil adında ilk çocukları doğar. Aziz eve hiç uğramayan günün çoğunu Nuhuyla ya da evin terasında yalnız başına oturarak geçiren ilgisiz bir baba olur. Tıpkı kendi babasının yaptığı gibi. 2 yıl sonra da alev adında bir kızları olur. Tevhide bu sefer evlilikten ve aileden bulamadıklarını alevde aramaya koyulur. Aleve mandolin alır, onu kurslara yazdırır, güzel sanatlara gönderir ama alev de kendini hep babasına yakın hisseder. Adil daha içine kapanık ve nevrotik bir çocukken Alev babasının sorguladıklarının peşinden giden, abisinin hüznünü hisseden derin bir görüşe sahip olan bir çocuktur. Aziz aile hayatına devam ederken bir yandan da babanın yanından ani ayrılışının vicdan azabını dindirmek için tekrar Erzurum'a döner. Arar sorar bildiği bütün tekkelere gider ama babayı bulamaz. Onun öldüğünü öğrendiğinde mezarına gidip onunla vedalaşır ve evine geri döner. Döndüğünde hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Aziz işten ayrılır. Kendini ardiyeye kapatır, kimseyle konuşmadan ,su ve zeytin harici bir şey yiyip içmeden 2 ay yaşar. Bu hayattaki günlerinin yavaş yavaş sonuna geldiğini anlayan aziz emekli olmaya karar verir: Kıyamet emeklisi. 

Dünya azizin gözünde hep sorgulanması gereken, sorgulandığında bulunanın da kabul edilmemesi gereken bir yerdi hep. Emekli olurken rahat göçmüştür bu dünyadan umarım. Ayrıca kitapların kapak fotoğraflarını bizzat Erzurum Ayçukuru köyüne giderek Şule gürbüz çekmiş. 1.cildin kapağı evin içine yani azizin iç dünyasına bakarken ikinci cilt evin dış kapısına manzaraya bakıyordu. Bu kapakların da bizim için ve romanın gidişatı için önemi çok büyük.

 Bir kez daha hayran kaldım aklına ve kalemine, kendini ifade edişine. İyi ki varsın Şule Gürbüz. İyi ki tanıştırdın bizi Azizle. İyi ki bizi kendi içimizdeki harabeyle tanıştırdın.



24 Kasım 2023 Cuma

ORTADOĞUDA KLAVİKULA



Bir katlin seri olup olmadığıyla ilgiliydin çoğu zaman

Bense kötü sesimle şiirler okurdum sana

Ciddiyeti bir kürdanla fırlatıp attık.

Biraz lahmacun, biraz ezogelin tarlası, biraz incir çorbası

Zühre’yle her konuda zıttık.

Neyse ki sen adını her şeye yakıştırırsın

Kısa eteğinin tokadını

Burnundan akan kanınla yazmıştın.

Güçlüyüz elbet,

Puduhepa’nın ilhamıyla, kurbağanın kokusuyla,

Ancak öldüğümüzde anlaşılacaklarımızla

Sen yine de devam et

Hep inandıklarına tutunmaya.

Ama bu apaçık farkına varışla ne yapacağız?

Tüm bu zıtlığımızla,

Nereye gitsek peşimizde benliğimizle,

Ah Zühre!

Sıkışıp kaldık dişiliğimize.

Hangi düğüme elimizi atsak

Kayıtsız, körleşiverecek bize.

Sen Ortadoğu’da Zühre’sin.

Tüm tokatların ortasında apaçık yanağınla

Hazırsın herkese karşı savaşmaya

Gömüleceğimiz yer elbet bellidir: klavikula



4 Haziran 2023 Pazar

Nazım Hikmet Anısına...

Nazım Hikmet Türk edebiyatının en ünlü şairlerinden birisidir. Şair bir dönem siyasi düşünceleri sebebiyle cezaevine girmiştir. “Bugün Pazar” şiiri 1938’de Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi’nde yazılmıştır. Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...
 

11 Mayıs 2023 Perşembe

Bir bilim adamının romanı: Mustafa İnan

 Roman iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Mustafa İnan’ın doğumundan eğitim hayatı bitene kadarki dönemdir; ikinci bölümde ise hocalığından ölümüne kadarki süreç anlatılmaktadır

 Eser, Mustafa İnan’ın şivesi ve görüntüsüyle çok benzeyen bir çocuğun Fen Fakültesine giriş sınavı sonuçlarını öğrenmek için beklediği bir kuyrukta başlar. Kuyruktaki diğer öğrenciler, çocuğa taşralı olarak bakmakta; onun sınavı kazanamayacağını düşünmektedir. Yan blokta ise “Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu” ödülleri dağıtılmaktadır. Orta yaşlı bir adam çocuğun yanına gelir. Bilimle uğraştığı belli olan bu orta yaşlı adam, Mustafa İnan’dan bahseder çocuğa. Törende “Bilim Hizmet Ödülü” ölümünden dört yıl sonra Mustafa İnan’a verilecektir. Törende çocuk, Mustafa İnan hakkında çok şey öğrenir. Oğuz Atay, bu orta yaşlı adam vasıtasıyla Mustafa İnan’ın hayatını anlatmaya başlar.

1971’de bilime verdiği hizmet dolayısıyla ödül alan Mustafa İnan, 24 Ağustos 1911’de Adana’da seyyar posta memuru Hüseyin Avni Bey’in oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Ekonomik durumları pek parlak değildir. Mustafa’dan önce altı çocukları ölmüştür. Mustafa’nın yaşaması da bir mucizedir. Çünkü Anadolu’da o dönemde fakirlikten salgın hastalıklar, kazalar, tıbbi imkânsızlıklar kol gezmektedir. Küçük yaşta damdan düşen Mustafa zor kurtulmuştur. Yazar, “Mustafa İnan ölseydi bilim hayatımızda çok büyük bir boşluk olacaktı der. Mustafa'nın çocukluk yılları 1. Dünya Savaşına denk gelir ve Adana Fransızlar tarafından işgal edilir. Aile, bundan sonra Anadolu'daki tüm halk gibi maddi sıkıntılar içinde bocalar. Mustafa zayıf bünyeli olduğu için ona özen göstermeye çalışırlar. Mustafa bu sıkıntıları erken yaşta tanıdığı için ağırbaşlı ve durgun bir kişiliğe sahip olmuştur. Kısa bir süre sonra, Mustafa'nın babası işi nedeniyle diğer şehirleri de gezmek zorunda kalır. Bu yüzden annesi, yokluk içinde, düşmanların işgal ettiği bir şehirde yapayalnız kalakalır. Bu yüzden yollardaki eşkıyalara rağmen Mustafa, kardeşleri ve annesi Adana'dan kaçmak zorunda kalırlar. Konya'ya yerleşirler. Mustafa İnan burada Mevlânâ'nın şehre verdiği manevi havanın da etkisiyle Divan Edebiyatına ilgi duyar. Bu arada maddi sıkıntıları gittikçe artan ailesi, tatillerde Mustafa İnan'ı bir kuyumcunun yanına çırak olarak verir.

Mustafa İnan, eğitim hayatı boyunca hiç defter kullanmaz. Çok zeki olduğu için buna gerek duymaz. Fakat babası kitapla, defterle uğraşmayan bu çocuğun okumayacağını düşünür. Mustafa, ailesine yük olmamak için kitap da almaz. Bu yüzden, sabahlan erkenden kalkar; mektepteki yatılı okuyan çocukların kitaplarından çalışır. Savaş yılları, ekonomik sıkıntılar Mustafa'yı erken olgunlaştırmıştır. Mustafa İnan, öğrencilik yıllarında öğretmenlik de yapar. Arkadaşları konuyu anlamadıkları zaman Mustafa İnan'a gelirler; Mustafa onlara kısa sürede konuyu mükemmel şekilde anlatır. Öğretmek onun için vazgeçilmez bir tutkudur. Adana Lisesi'nde öğrenim gören İnan, arkadaşlarına hep yol gösterir, onlara okumalarını söyler ve ufuk kazandırmaya çalışır. Bu yüzden okuldaki herkesin dostudur.

 Mustafa, 19 yaşında iken babasını kaybeder. Bütün ailenin geçimi Mustafa'nın sırtına yüklenmiştir. Bilim adamı ve öğretmen olmak istemektedir. Fakat bilgi ve zekâsına rağmen ailesi için en kolay yoldan para kazanabileceği okulu tercih etmelidir. Bu yüzden, liseyi birincilikle bitiren Mustafa, fen fakültesine kayıt yaptırır. Arkadaşlarının gönlü razı olmaz ve ondan habersiz kaydını mühendislik fakültesine alırlar. Derslerde üstün bir başarı gösterir. Hocaları ona 'Doçent' demeye başlarlar. Mustafa İnan, bu yıllarda ülkesi için çalışmaya, öğretmenlik yapmaya kesin karar verir. Almanca kursuna gider; her geçen gün kendini yetiştirmek için uğraşır. Mustafa İnan, üniversitede okuduğu yıllarda pozitif bilimler yeni yeni gelişmektedir. Bu yüzden aksayan pek çok şey vardır. İşini yapamayan, öğrenciye çok sert davranan hocalar, Mustafa'yı daha da idealist yapar. Ailesinin geçimine katkıda bulunmak için bu yıllarda lise öğrencilerine ders vermeye başlar.

 Bu güzel kitabı bu vesileyle herkese önermek istiyorum. İyi okumalar.

29 Nisan 2023 Cumartesi

ZEHİRLİ AYNA

( Bu şiir Art Cafede 3 farklı arkadaşın birbirlerinin ne yazdığına bakmadan aynı kağıda cümleler karalamasıyla oluşmuştur.)

Dalgakıran ruhumun zamansız alevi

Tuhaftım ve kararsız…

Yetim tablolar ordusu

Seni denizler kadar seviyor ama yüzme bilmiyorum.

Göbek bağımdı beni hayata birleştiren

Kayıp duyguların zalim tanrısı.

Kendime bir suikast düzenliyor ve devriliyorum

Damarlarımdaki kanımdır özgüvenim

Ana sütümün zehirli özü.

Epeycedir keskinleşti yalnızlığım.

Sensizdir dünyam, gel!

Ben, ben aslında sadece bir rüyayım.

Evimde bir cenaze arıyorum, onu aynada buluyorum.

Söyle bana Diego

Kefaretin koynundaki işveli kadın.

Gidilecek bir yer kalmadı küllerimden

Elitizmdi bizi mahveden belki de

Telsiz gitarın ritimsiz tınısı gibi

Senin kalbin çorak topraklarındır, buralarda yetişmez.

Ben; başı açık, bedeni kapalı olan ben.

Kutsal Meryem’in kayıp tanrısı

Kurtuluş inkarda yahut intiharda.

Keskin hatlarımın bana verdiği umursamazlık

Vahşiliğimin masum kurbanı, Lilith!

Senin madenin ağırdır, altında kalınır.

Mumsuz bir şamdanın yalnızlığıydı hepsi.

YAZANLAR:

EMİNE TEZCAN

RAMAZAN UMAK

VE BEN.

   

12 Nisan 2023 Çarşamba

Şiir Bize Ne Yapıyor?

  Şiir TDK'ye göre "Düş gücüne, hayale ,imgeye ,gönle seslenen, an, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey." anlamına gelir. Herkese göre tanımı değişmekle beraber şiir onu yazana değil, ona ihtiyacı olana aittir." Şiir okuyana aittir. Şiir bazen bizim konfor alanımız bazen de hapishanemizdir.

  Aynı şiiri içimizden ve dışımızdan ayrı ayrı okuduğumuzda, ilk bakışta fark etmediğimiz yeni anlamları görürürüz. Bu yönüyle şiir oldukça tesirlidir. Bazen kafiyelerle ölçülerle bezenmiş bazen de serbest ve kural tanımazdır. Şairin içinden binbir güçlükle döktüğü, bizim ise bir çırpıda okuyuverdiğimizdir. 


 Bazı şiirler adeta sindirim sorunlarıyla eşdeğerdir. Tükettiğiniz anda insanı kıvrandırır sözcükler. Hazmetmek ve anlamını kavrayabilmek için uzun zaman gerekir. Bu zaman boyu tükettiğiniz veya işittiğiniz şeyin ağırlığıyla kıvranır durursunuz. Şule Gürbüz'ün de dediği gibi " Çok şaşarım şiir sevenlere, okuyup geçenlere, kitabı kapatıp yemek yiyenlere, o bakışla yaşayıp da ölmeyenlere. Şiir sevilmez ki, öyle duyulur, öyle bakılır, hastalanılır, zehirlenilir ,ölünür. Şiir sonunda öldürür. "İşte şiir bize tam da bunları yapıyor. Okunduğu andan itibaren büyük bir coşku çoğu zaman da ağrı kazandırıyor. Eliniz kolunuz bağlı ve bir köşede kıvranırken şiirden çıkardığınız anlam, okurken ki ruh durumunuz sizi hakikatli bir ölüme hazırlıyor. Bunun dışında şairlere çok da bir anlam yüklememek lazım. Neticede onlar da kendi içlerinde pek çok ideolojinin ve sınırlandırılmanın savaşını veriyorlar. Dolayısıyla "Orhan Veli de Cemal Süreya da Necip Fazıl da Nazım Hikmet de İsmet Özel de bizim." Çünkü duygu bizim, kavram bizim, şiir bizim. 

 Şiir okuyanındır diye boşuna dememişler. Okuyan biziz, etkilenen biziz. Dolayısıyla şiir hangi ideolojiyi barındırırsa barındırsın eğer içinizde bir yere dokunabiliyorsa, orada olduğundan haberinizin bile olmadığı bir duyguyu uyandırabiliyorsa size ait oluyor. Hayata dair yeni bir bakış kazandırarak şiir size pek çok şey yapıyor. Son olarak Süleyman Çobanoğlu'nun İtibar dergisinin 37. sayısında yazdığı bir şiirden alıntı yaparak bitirmek istiyorum.

   "Sen şiir sanıyorsun, kan geliyor ağzından..."

          Şiirle kalın...

10 Nisan 2023 Pazartesi

Maddelerle ilgisi yok


 Çift fonksiyonlu ya da yer kaplamayan şeyler tüm avantajlarına rağmen diğerlerinden pek de farklı değillermiş aslında. Örneğin açılır kapanır bir masa çoğunlukla yer kaplamaması açısından faydalı görünse de sabit ders çalışma masaları ile karşılaştırıldığında mekanizması daha kolay bozuluyor. İki uçlu renkli kalemler bir ucu ince bir ucu kalın olduğundan avantajlı görünmesine rağmen içindeki mürekkep miktarı tek uçlu kalemle aynı miktarda. Dolayısıyla ayrı ayrı iki kalem almaya gerek yok derken aslında muhtemelen daha hızlı tükenebilecek bir kalem satın almış oluyorsun. Çift fonksiyonlu kullanılabilen şeyler çok avantajlı ve sihirli görünürken aslında tek tek aldığında kullanabileceğin şeylerle eşdeğer olmuş oluyor. Bazen bir şeylerin içinde her iki fonksiyonu da bulundurması , tek bir fonksiyon barındırmasından evla değildir. Kısaca çok fonksiyonlu olmak bazen sizi daha çabuk tüketir, daha hızlı yıpratır. halbuki daha kullanışlı ve uzun ömürlü kullanabileceğinizi varsayarak çıkarsınız yola. Birkaç avantaj yüzünden gözünüz boyanmıştır yalnızca.

" Neden ikisini birden tek bir madde olarak kullanabilecekken ayrı ayrı alayım ki, çok mantıklı" diye düşünürsünüz. Fakat o maddenin iki fonksiyona birden yetmeye çalışırken ki yıpranma payını hesaba katmazsınız.  Bir kalemi ve masayı örnek vererek açıklamaya çalışsam da argümanın özünde kişinin çok fonksiyonlu olması her koşulda iyi değildir savı var. Bazen normalde olacağından daha hızlı yıpranır, daha çabuk tükenirsiniz. Ayrıca bu konunun maddelerle hiçbir ilgisi yoktur.

10 Ocak 2023 Salı

Bir Mektup



“Belki hayat bir şeye başlama çağrısı yapıyordur. Var oluşun evet ve hayırının uyandırdığı duygular, her türlü yolculuğa başlamak için iyi bir nokta. Doğmak için doğru zamanı bekleyen bir canlı gibi kısıtlamalar da kendinden başka bir şey olarak doğacağı anı bekliyor.

 Güneş adillerin üzerinde olduğu gibi adaletsizlerin üzerinde de ışır. Sevinç bize dışarıdan verilmez. Birini ancak dışından topladığı sesler kurtarabilir. Henüz hiçbirimizin burada olmadığı bir zaman vardı. Kozmik başlangıç.  Ama insanlar gerçek ve doğrunun ne olduğunu bilemiyor, sadece her yeni durumda ne olmaları gerektiğine karar verebiliyor.

 Hatırlanamayacak kadar acı veren şeyler var. Çocukluk gibi. Dolmak isteyen daireler var. Bir bardak su almak için ayağa kalkan biri pencerenin önünden geçtiğinde ışıkta hızla dağılan toz zerrecikleri var.

 Zamanın başlangıcında içimize bir yaratılış fikri mi yerleştirildi. Neye dönüşeceğimizi bizi yoğururken ellerinde bilen bir çömlekçi tarafından.

 Affetmek yakıcı bir şeydir, ateşle çalışır. Artık ihtiyaç duymadığım şeyleri yakar. İnsan ancak artık ihtiyaç duymadığı şeyleri affedebilir. Lütuf nehri asla kurumaz derler. Bu nehir asla kurumaz. Sanmam.

 İçimden bir ses sana ne verilirse verilsin yeterli olmayacak çünkü bütün bunları içine koyacağın bilinçle şekillenmiş bir kabın yok diyor; her şey dağılıp dökülüyor. Aslında her karşılaşmanın aynı zamanda bir yok olma demek olduğunu ben zaten biliyordum. Kendimin başka bir versiyonunun daha yok olma anı. Deri değiştiren bir sürüngen gibi ayrılırken içimden yeni bir şey çıkıyor, yaşamaya bununla devam ediyordum. Aslında bu herkes için de böyle.

 Bir zaman açılmaya davet edilmiş bir şey şimdi neden kapansın? Çünkü hayat bunu gerektiriyor derler. Bir kapının aniden açılması, durgun bir merkezden daireye doğru yavaşça açılma, yara dokusunun kapanması, isteksiz ve eksik taraflarını onurlandırmak için işleyen sallantılar ve dönemeçler. Uçurumun tavanı. Eninde sonunda onu yok edeceksem kendimi neden inşa edeyim? Kendimle ilgili daima yanlış şeyler öğrendim. Benden öncekilerin sesini içimde taşıyarak. Tümüyle yeni bir bakma yolu arayarak ve onu bulamadan. Baktığımda bakan neydi? Konuştuğumda konuşan, yürüdüğümde yürüyen, sarıldığımda sarılan, ağladığımda ağlayan, yediğimde yiyen, uyuduğumda uyuyan, uyandığımda uyanan? Bende kendini arayan neydi? Böyle böyle bir şey yapmaktan korkar hale geldim. Bazen bir gün her şeyi anlayabileceğim düşüncesine kapılıyorum, her şeyi, hem de en ince haliyle. Olmanın yeni bir yolunu bulup sonra hemen unutuyorum. Bilme şeklim o kadar hatalı ki bana hiçbir kılavuz, hiçbir kitap yardımcı olamıyor. "Geçmişi unut. Yalnızca devam et." "Senin dediğin olsun. " "Işığı değil gölgeyi takip ettin." "Geri dön. Geri ver. Bundan kimseye bahsetme."

 Hayat uzun bir başkalarının kavramlarıyla baş etme hikâyesi olmamalı. Olamaz. İçeride kalmam söylendi. Kaldım. Kendimi daha önce geçtiğim yollarla dengeledim. Ben, şeyleri başlatmakta mı, onları sonlandırmakta mı, yoksa sürdürmekte mi iyiyim? Bir doğam var ve ben yaşarken kendini yaratan ikinci bir doğam daha. Hep içeride kal diyen yolların sınırına yaklaştığımda bu defa göğsümde bir gücün harekete geçmek için toplandığını duydum. Hiçbir şey yeterli değildi evet ama her şey çok fazlaydı. Ne zaman bir şeyi görmek istesem, gözlerimi o şeyin bedenime yerleşmesi için oyulmuş iki delik olarak kabul ettim. Etmeyen göremez. Ama ben sadece gören değil izleyen de olmak istiyorum. Bir çocuk ya da hayvan değilsem insanların gerçeği söylediğini nasıl bilebilirim? Gerçekten önemli olan nedir?

Sevgiyi anlamanın tek yolu sevmektir. Ölümü anlamanın tek yolu ölmektir. Bu düşünce acı yaratıyorsa da acı, hissizlikten iyidir. Var olmanın tadına ve bir yoluna bakmalı ama ona bağlanmamalı. Bütün izlenimlerden kaçmalı. Geride herkesin hafızasında canlanacak zarif bir beden bırakmalı. Kendinin fikrini, adının hatırasını. Hayatın çokluğu başımı döndürdü. Zirve ve dip. Varoluşun sorun çözmek sokağı. Kaderin tamamlanması. Muhafız. Olaylar bana hâkim oldu.

 

Derinleşen her şey dikkat gerektirir. Dostların seni yarı yolda bırakabilir. Sütün İçinde süt, Suyun içinde su ve senin içinde sen varsın. Her şey kendi armağanıyla geliyor, dolaşıyor, bakışıyor, gidiyor. Olan oldu. Olanda hayır vardır derler. Sanmam. Tümüyle İnsan olmama yardım edecek şeyleri nerede bulabilirim? Mutlaka yıpranmış olacaklar. Acının eşlik ettiği derin sevgiye yani arzuya yaşama iştahına nüfuz edilmiş değil, olduğu yerde duruyor o, kendinden başka şeylere hayat vererek, hızlandırarak. Yine de bir şeyin yaşaması için illaki başka bir şeyin ölmesi mi gerekiyor. Bir kurtarıcıyı bekleyebilmek için önce kendini inkâr etmelisin. Sonra ortadaki her şeyi süpürecek ikinci bir rüzgâr gelir, toparlayarak süpürüp götürür. Güç yalnızca gizlice kullanılırsa kendini gerçekleştirebilir. Hareket ederek nereye varılabilir? Bu, yutulması zor bir ilaç. Yine de hatırlamaya, bilmeye, sevmeye ve aramaya çalıştım. Birçok defa birçok şeyi, birçok yeri, birçok kişiyi bütün ihtiyaçlarımın sığınağı sandım. Daima yanıldım. Saat bozuldu, makinist öldü. Öyle olmalı çünkü zamanın dışına atıldım. Anlaşılmayacağını bile bile tonlarca şey yaptım. Yollara çıktım, başkaları için yeni yollar hazırladım. Bıraktığımı zannettiğim her şeye tekrar tekrar saplandım, yol üzerinde durmadan geriye katlandım. Görünmez bir elin itmesiyle oldu bu.

Ama hiçbir şey tam olarak tekrar elde edilemez. Her seferinde gizemli bir yan yol, yeni bir kapı belirir. Başlangıç ve son çok önemlidir. Parlaklığının sınırına varan bir yıldız dönerek kendi içine çöker. Kutlamalı. Rahatlamalı. Teslim olmalı. Nefesimin bedenine dokunan çok ince bir zımparaya benzediğini söylemiştin. "İstersen cila bezi de diyebilirsin." Durmak ve yön değiştirmek için doğru zaman geldi. Ritme geri dönüyorum. Başkalarının odalarını temizlemekten usandım. Ateşi izleyeceğim. Ve küllere üfleyeceğim. Gerekirse kederleneceğim. Merhamet ve tesellinin kaynağına doğru yürüyeceğim. Başka bir oyuna, başka bir odaya, başka bir yere gideceğim. Köklerimi yerinden söküp saplarımı etrafa serpeceğim. Yeni bir yer inşa edeceğim. Tüm borçluların borçlarını sileceğim, yeryüzünün bütün topraklarını pay edeceğim, herkesi akşam yemeğe davet edeceğim. Hayata katılmam talep ediliyor. Bir dairede diğerleriyle biz araya gelmem isteniyor. Ama bana söyleyebilir misin bunun ne yararı var? Bir şey gerçekten değişebilir mi?

Hatırlıyorum, kalp genişledikçe hayatın bahçesi de çiçekleniyordu. Aynı anda sayısız büyüme küçülme, azalma artma, çiçeklenme, çürüme. Baş döndürücü bir başlama hevesi. Asla kolay olmadı. Dayanıklılık gerek. Sebat şart. İnsan hayatı boyunca sadece acıyı ve kaybı yaşar. Direnmek kalbin içinde çelişkiler yaratır. Şu anda her şey bana parlak, canlı ve zeki görünüyor. Galiba her şey evrenin başlangıcında da tıpkı böyleydi. Daralma. Açılma. Parlama.

Göçebe yaşantısına dönemem. Dönemeyiz. Yanlışsız bir biçimde var olmayı bilmiyorum. Hayat beni devam etmeye çağırıyor. Bildiğim tek biçimde devam edeceğim. Tamam. Ben, üzüntüden kaçmayı seçiyorum.

N.”

 Bu yazı intihar mektuplarının o kasvetli havasının aksine son derece öz farkındalıkla dolu bir yeniden doğuş seremonisi aslında. Kendinin farkında ve artık ne yapamayacağına karar vermiş bir insanın mektubu. Varoluşunu çeşitli sorularla en sona anına kadar sorgulayan, cevaplar bulamasa da vazgeçişin tatlı huzuruna eren son derece narin bir ruh. İlk okuduğumda bunun intihar mektubu olduğunu kavrayamamıştım çünkü sebebini anlayamadığım bir şekilde yaşam dolu ve gerçeklerle bezeliydi. Ne yazık ki gerçekler her ruha eşit hissettiremediğinden ve hassas kalplerin en büyük düşmanı olduğundan dayanılamaz bir ağrıya dönüşebiliyor. Bu ağrıya dayanabilenler, dayanamayanlar ve dayanabileceği halde bunu yapacak gücü kendinde bulamayanlar için nihan bu mektubu bıraktı.

 Bu mektup kimileri için kasvetli ve son derce depresif olabilir. Ama içinde taşıdığı derin anlamlara bakılacak olursa çok da iyi bir ders veriyor. Yaşamaya farklı perspektiflerden bakıp analiz yapıyor. Bu analizin sonucunda Nihan bir sonuca erişti ve unutulamayacak bir kitap karakteri olarak adını sonsuza yazmaya karar verdi.

Bu mektupta kendinden bir şey bulabilenlere ve Nihan’a….

Adı:Kadın Öykü Seçkisi

  "Adı: Kadın Öykü Seçkisi"  Bu öykü seçkisine katılırken kazanabileceğime dair bir ümidim yoktu. Şansımı denemek istedim. İy...