Translate

kitapokumak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitapokumak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2023 Perşembe

Bir bilim adamının romanı: Mustafa İnan

 Roman iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Mustafa İnan’ın doğumundan eğitim hayatı bitene kadarki dönemdir; ikinci bölümde ise hocalığından ölümüne kadarki süreç anlatılmaktadır

 Eser, Mustafa İnan’ın şivesi ve görüntüsüyle çok benzeyen bir çocuğun Fen Fakültesine giriş sınavı sonuçlarını öğrenmek için beklediği bir kuyrukta başlar. Kuyruktaki diğer öğrenciler, çocuğa taşralı olarak bakmakta; onun sınavı kazanamayacağını düşünmektedir. Yan blokta ise “Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu” ödülleri dağıtılmaktadır. Orta yaşlı bir adam çocuğun yanına gelir. Bilimle uğraştığı belli olan bu orta yaşlı adam, Mustafa İnan’dan bahseder çocuğa. Törende “Bilim Hizmet Ödülü” ölümünden dört yıl sonra Mustafa İnan’a verilecektir. Törende çocuk, Mustafa İnan hakkında çok şey öğrenir. Oğuz Atay, bu orta yaşlı adam vasıtasıyla Mustafa İnan’ın hayatını anlatmaya başlar.

1971’de bilime verdiği hizmet dolayısıyla ödül alan Mustafa İnan, 24 Ağustos 1911’de Adana’da seyyar posta memuru Hüseyin Avni Bey’in oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Ekonomik durumları pek parlak değildir. Mustafa’dan önce altı çocukları ölmüştür. Mustafa’nın yaşaması da bir mucizedir. Çünkü Anadolu’da o dönemde fakirlikten salgın hastalıklar, kazalar, tıbbi imkânsızlıklar kol gezmektedir. Küçük yaşta damdan düşen Mustafa zor kurtulmuştur. Yazar, “Mustafa İnan ölseydi bilim hayatımızda çok büyük bir boşluk olacaktı der. Mustafa'nın çocukluk yılları 1. Dünya Savaşına denk gelir ve Adana Fransızlar tarafından işgal edilir. Aile, bundan sonra Anadolu'daki tüm halk gibi maddi sıkıntılar içinde bocalar. Mustafa zayıf bünyeli olduğu için ona özen göstermeye çalışırlar. Mustafa bu sıkıntıları erken yaşta tanıdığı için ağırbaşlı ve durgun bir kişiliğe sahip olmuştur. Kısa bir süre sonra, Mustafa'nın babası işi nedeniyle diğer şehirleri de gezmek zorunda kalır. Bu yüzden annesi, yokluk içinde, düşmanların işgal ettiği bir şehirde yapayalnız kalakalır. Bu yüzden yollardaki eşkıyalara rağmen Mustafa, kardeşleri ve annesi Adana'dan kaçmak zorunda kalırlar. Konya'ya yerleşirler. Mustafa İnan burada Mevlânâ'nın şehre verdiği manevi havanın da etkisiyle Divan Edebiyatına ilgi duyar. Bu arada maddi sıkıntıları gittikçe artan ailesi, tatillerde Mustafa İnan'ı bir kuyumcunun yanına çırak olarak verir.

Mustafa İnan, eğitim hayatı boyunca hiç defter kullanmaz. Çok zeki olduğu için buna gerek duymaz. Fakat babası kitapla, defterle uğraşmayan bu çocuğun okumayacağını düşünür. Mustafa, ailesine yük olmamak için kitap da almaz. Bu yüzden, sabahlan erkenden kalkar; mektepteki yatılı okuyan çocukların kitaplarından çalışır. Savaş yılları, ekonomik sıkıntılar Mustafa'yı erken olgunlaştırmıştır. Mustafa İnan, öğrencilik yıllarında öğretmenlik de yapar. Arkadaşları konuyu anlamadıkları zaman Mustafa İnan'a gelirler; Mustafa onlara kısa sürede konuyu mükemmel şekilde anlatır. Öğretmek onun için vazgeçilmez bir tutkudur. Adana Lisesi'nde öğrenim gören İnan, arkadaşlarına hep yol gösterir, onlara okumalarını söyler ve ufuk kazandırmaya çalışır. Bu yüzden okuldaki herkesin dostudur.

 Mustafa, 19 yaşında iken babasını kaybeder. Bütün ailenin geçimi Mustafa'nın sırtına yüklenmiştir. Bilim adamı ve öğretmen olmak istemektedir. Fakat bilgi ve zekâsına rağmen ailesi için en kolay yoldan para kazanabileceği okulu tercih etmelidir. Bu yüzden, liseyi birincilikle bitiren Mustafa, fen fakültesine kayıt yaptırır. Arkadaşlarının gönlü razı olmaz ve ondan habersiz kaydını mühendislik fakültesine alırlar. Derslerde üstün bir başarı gösterir. Hocaları ona 'Doçent' demeye başlarlar. Mustafa İnan, bu yıllarda ülkesi için çalışmaya, öğretmenlik yapmaya kesin karar verir. Almanca kursuna gider; her geçen gün kendini yetiştirmek için uğraşır. Mustafa İnan, üniversitede okuduğu yıllarda pozitif bilimler yeni yeni gelişmektedir. Bu yüzden aksayan pek çok şey vardır. İşini yapamayan, öğrenciye çok sert davranan hocalar, Mustafa'yı daha da idealist yapar. Ailesinin geçimine katkıda bulunmak için bu yıllarda lise öğrencilerine ders vermeye başlar.

 Bu güzel kitabı bu vesileyle herkese önermek istiyorum. İyi okumalar.

10 Ocak 2023 Salı

Bir Mektup



“Belki hayat bir şeye başlama çağrısı yapıyordur. Var oluşun evet ve hayırının uyandırdığı duygular, her türlü yolculuğa başlamak için iyi bir nokta. Doğmak için doğru zamanı bekleyen bir canlı gibi kısıtlamalar da kendinden başka bir şey olarak doğacağı anı bekliyor.

 Güneş adillerin üzerinde olduğu gibi adaletsizlerin üzerinde de ışır. Sevinç bize dışarıdan verilmez. Birini ancak dışından topladığı sesler kurtarabilir. Henüz hiçbirimizin burada olmadığı bir zaman vardı. Kozmik başlangıç.  Ama insanlar gerçek ve doğrunun ne olduğunu bilemiyor, sadece her yeni durumda ne olmaları gerektiğine karar verebiliyor.

 Hatırlanamayacak kadar acı veren şeyler var. Çocukluk gibi. Dolmak isteyen daireler var. Bir bardak su almak için ayağa kalkan biri pencerenin önünden geçtiğinde ışıkta hızla dağılan toz zerrecikleri var.

 Zamanın başlangıcında içimize bir yaratılış fikri mi yerleştirildi. Neye dönüşeceğimizi bizi yoğururken ellerinde bilen bir çömlekçi tarafından.

 Affetmek yakıcı bir şeydir, ateşle çalışır. Artık ihtiyaç duymadığım şeyleri yakar. İnsan ancak artık ihtiyaç duymadığı şeyleri affedebilir. Lütuf nehri asla kurumaz derler. Bu nehir asla kurumaz. Sanmam.

 İçimden bir ses sana ne verilirse verilsin yeterli olmayacak çünkü bütün bunları içine koyacağın bilinçle şekillenmiş bir kabın yok diyor; her şey dağılıp dökülüyor. Aslında her karşılaşmanın aynı zamanda bir yok olma demek olduğunu ben zaten biliyordum. Kendimin başka bir versiyonunun daha yok olma anı. Deri değiştiren bir sürüngen gibi ayrılırken içimden yeni bir şey çıkıyor, yaşamaya bununla devam ediyordum. Aslında bu herkes için de böyle.

 Bir zaman açılmaya davet edilmiş bir şey şimdi neden kapansın? Çünkü hayat bunu gerektiriyor derler. Bir kapının aniden açılması, durgun bir merkezden daireye doğru yavaşça açılma, yara dokusunun kapanması, isteksiz ve eksik taraflarını onurlandırmak için işleyen sallantılar ve dönemeçler. Uçurumun tavanı. Eninde sonunda onu yok edeceksem kendimi neden inşa edeyim? Kendimle ilgili daima yanlış şeyler öğrendim. Benden öncekilerin sesini içimde taşıyarak. Tümüyle yeni bir bakma yolu arayarak ve onu bulamadan. Baktığımda bakan neydi? Konuştuğumda konuşan, yürüdüğümde yürüyen, sarıldığımda sarılan, ağladığımda ağlayan, yediğimde yiyen, uyuduğumda uyuyan, uyandığımda uyanan? Bende kendini arayan neydi? Böyle böyle bir şey yapmaktan korkar hale geldim. Bazen bir gün her şeyi anlayabileceğim düşüncesine kapılıyorum, her şeyi, hem de en ince haliyle. Olmanın yeni bir yolunu bulup sonra hemen unutuyorum. Bilme şeklim o kadar hatalı ki bana hiçbir kılavuz, hiçbir kitap yardımcı olamıyor. "Geçmişi unut. Yalnızca devam et." "Senin dediğin olsun. " "Işığı değil gölgeyi takip ettin." "Geri dön. Geri ver. Bundan kimseye bahsetme."

 Hayat uzun bir başkalarının kavramlarıyla baş etme hikâyesi olmamalı. Olamaz. İçeride kalmam söylendi. Kaldım. Kendimi daha önce geçtiğim yollarla dengeledim. Ben, şeyleri başlatmakta mı, onları sonlandırmakta mı, yoksa sürdürmekte mi iyiyim? Bir doğam var ve ben yaşarken kendini yaratan ikinci bir doğam daha. Hep içeride kal diyen yolların sınırına yaklaştığımda bu defa göğsümde bir gücün harekete geçmek için toplandığını duydum. Hiçbir şey yeterli değildi evet ama her şey çok fazlaydı. Ne zaman bir şeyi görmek istesem, gözlerimi o şeyin bedenime yerleşmesi için oyulmuş iki delik olarak kabul ettim. Etmeyen göremez. Ama ben sadece gören değil izleyen de olmak istiyorum. Bir çocuk ya da hayvan değilsem insanların gerçeği söylediğini nasıl bilebilirim? Gerçekten önemli olan nedir?

Sevgiyi anlamanın tek yolu sevmektir. Ölümü anlamanın tek yolu ölmektir. Bu düşünce acı yaratıyorsa da acı, hissizlikten iyidir. Var olmanın tadına ve bir yoluna bakmalı ama ona bağlanmamalı. Bütün izlenimlerden kaçmalı. Geride herkesin hafızasında canlanacak zarif bir beden bırakmalı. Kendinin fikrini, adının hatırasını. Hayatın çokluğu başımı döndürdü. Zirve ve dip. Varoluşun sorun çözmek sokağı. Kaderin tamamlanması. Muhafız. Olaylar bana hâkim oldu.

 

Derinleşen her şey dikkat gerektirir. Dostların seni yarı yolda bırakabilir. Sütün İçinde süt, Suyun içinde su ve senin içinde sen varsın. Her şey kendi armağanıyla geliyor, dolaşıyor, bakışıyor, gidiyor. Olan oldu. Olanda hayır vardır derler. Sanmam. Tümüyle İnsan olmama yardım edecek şeyleri nerede bulabilirim? Mutlaka yıpranmış olacaklar. Acının eşlik ettiği derin sevgiye yani arzuya yaşama iştahına nüfuz edilmiş değil, olduğu yerde duruyor o, kendinden başka şeylere hayat vererek, hızlandırarak. Yine de bir şeyin yaşaması için illaki başka bir şeyin ölmesi mi gerekiyor. Bir kurtarıcıyı bekleyebilmek için önce kendini inkâr etmelisin. Sonra ortadaki her şeyi süpürecek ikinci bir rüzgâr gelir, toparlayarak süpürüp götürür. Güç yalnızca gizlice kullanılırsa kendini gerçekleştirebilir. Hareket ederek nereye varılabilir? Bu, yutulması zor bir ilaç. Yine de hatırlamaya, bilmeye, sevmeye ve aramaya çalıştım. Birçok defa birçok şeyi, birçok yeri, birçok kişiyi bütün ihtiyaçlarımın sığınağı sandım. Daima yanıldım. Saat bozuldu, makinist öldü. Öyle olmalı çünkü zamanın dışına atıldım. Anlaşılmayacağını bile bile tonlarca şey yaptım. Yollara çıktım, başkaları için yeni yollar hazırladım. Bıraktığımı zannettiğim her şeye tekrar tekrar saplandım, yol üzerinde durmadan geriye katlandım. Görünmez bir elin itmesiyle oldu bu.

Ama hiçbir şey tam olarak tekrar elde edilemez. Her seferinde gizemli bir yan yol, yeni bir kapı belirir. Başlangıç ve son çok önemlidir. Parlaklığının sınırına varan bir yıldız dönerek kendi içine çöker. Kutlamalı. Rahatlamalı. Teslim olmalı. Nefesimin bedenine dokunan çok ince bir zımparaya benzediğini söylemiştin. "İstersen cila bezi de diyebilirsin." Durmak ve yön değiştirmek için doğru zaman geldi. Ritme geri dönüyorum. Başkalarının odalarını temizlemekten usandım. Ateşi izleyeceğim. Ve küllere üfleyeceğim. Gerekirse kederleneceğim. Merhamet ve tesellinin kaynağına doğru yürüyeceğim. Başka bir oyuna, başka bir odaya, başka bir yere gideceğim. Köklerimi yerinden söküp saplarımı etrafa serpeceğim. Yeni bir yer inşa edeceğim. Tüm borçluların borçlarını sileceğim, yeryüzünün bütün topraklarını pay edeceğim, herkesi akşam yemeğe davet edeceğim. Hayata katılmam talep ediliyor. Bir dairede diğerleriyle biz araya gelmem isteniyor. Ama bana söyleyebilir misin bunun ne yararı var? Bir şey gerçekten değişebilir mi?

Hatırlıyorum, kalp genişledikçe hayatın bahçesi de çiçekleniyordu. Aynı anda sayısız büyüme küçülme, azalma artma, çiçeklenme, çürüme. Baş döndürücü bir başlama hevesi. Asla kolay olmadı. Dayanıklılık gerek. Sebat şart. İnsan hayatı boyunca sadece acıyı ve kaybı yaşar. Direnmek kalbin içinde çelişkiler yaratır. Şu anda her şey bana parlak, canlı ve zeki görünüyor. Galiba her şey evrenin başlangıcında da tıpkı böyleydi. Daralma. Açılma. Parlama.

Göçebe yaşantısına dönemem. Dönemeyiz. Yanlışsız bir biçimde var olmayı bilmiyorum. Hayat beni devam etmeye çağırıyor. Bildiğim tek biçimde devam edeceğim. Tamam. Ben, üzüntüden kaçmayı seçiyorum.

N.”

 Bu yazı intihar mektuplarının o kasvetli havasının aksine son derece öz farkındalıkla dolu bir yeniden doğuş seremonisi aslında. Kendinin farkında ve artık ne yapamayacağına karar vermiş bir insanın mektubu. Varoluşunu çeşitli sorularla en sona anına kadar sorgulayan, cevaplar bulamasa da vazgeçişin tatlı huzuruna eren son derece narin bir ruh. İlk okuduğumda bunun intihar mektubu olduğunu kavrayamamıştım çünkü sebebini anlayamadığım bir şekilde yaşam dolu ve gerçeklerle bezeliydi. Ne yazık ki gerçekler her ruha eşit hissettiremediğinden ve hassas kalplerin en büyük düşmanı olduğundan dayanılamaz bir ağrıya dönüşebiliyor. Bu ağrıya dayanabilenler, dayanamayanlar ve dayanabileceği halde bunu yapacak gücü kendinde bulamayanlar için nihan bu mektubu bıraktı.

 Bu mektup kimileri için kasvetli ve son derce depresif olabilir. Ama içinde taşıdığı derin anlamlara bakılacak olursa çok da iyi bir ders veriyor. Yaşamaya farklı perspektiflerden bakıp analiz yapıyor. Bu analizin sonucunda Nihan bir sonuca erişti ve unutulamayacak bir kitap karakteri olarak adını sonsuza yazmaya karar verdi.

Bu mektupta kendinden bir şey bulabilenlere ve Nihan’a….

17 Haziran 2022 Cuma

MARY - EFES'E YOLCULUK-

 

 Hz. İsa’nın göğe yükselmesinden sonra Meryem ana Efes’e doğru zorlu bir yolculuğa çıkar. Bundan tam iki bin yıl sonra Mary adında bir azize altı yaşındaki lösemili oğluyla birlikte aynı yolculuğa çıkacaktır. Şifalı suyu aramaya çıktıkları bu mucizevi yolculukta her an yüreğiniz ağzınızda ve akışın içinde sanki sizde varmışsınız gibi hissedeceksiniz. Bin yıl önceki tarihsel gerçeklerin günümüz kurgusuyla çok iyi bir şekilde birleştirilmiş halini okuyacaksınız.

  Mary, kendisinin bir azize olduğunun farkında değildir. Bir gün hastanedeki oğlunun başında beklerken uyuyakalır. Rüyasında Meryem anayı ve Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Yuhannayı görür. Bu rüyaların ardından gelişen olaylar sonucu Mary kendisinin seçilmiş biri olduğunu öğrenir. Gördüğü rüyalardan yola çıkarak şifalı suya oğlunu götürmek için Türkiye’ye gitmeye karar verir. Oğlunun doktorunu da alıp Türkiye’ye Meryem ananın evine ve şifalı suya doğru yolculuğa çıkarlar. Mary’nin peşine onu öldürme göreviyle kardinalin adamları takılmıştır.

     Mary Türkiye’ye gelir gelmez şifalı suya gider ve elini keserek suyun altına tutar. Hiçbir iyileşme göremeyince suyun şifalı olmadığını anlayıp ümitsizliğe kapılır. Uzaktan olanı biteni izleyen Mengü kadın Mary’nin halini görüp onu hemen yakınlardaki evine götürür. Mary’nin dilini bilmediği için rehber Mustafa’yı çağırır.  Mengü kadın aslında doğaüstü güçlerle iletişime geçebilen birisidir ve Mary’nin neden buralara kadar geldiğini öğrenmiştir. Mary’nin uyumasını sağlayarak rüyalarındaki yolculuğunu tamamlamasını beklerler. Rüyasında iki bin yıl önce Meryem ananın yaşadıklarını tüm detaylarıyla gören Mary şifalı suyun gerçek yerini öğrendikten sonra uyanır. Oğlunu da alıp şifalı suya gider.

  Türkiye’nin önemli zenginliklerinden olan Efes, Laodikya, Hierapolis vb. nice güzelliklerden kitapta da detaylıca bahsediliyor. Hatta kitap bu muhteşem kurgunun ardında bu güzellikleri tanıtmak ve ülkemizdeki inanç turizmini geliştirmek adına yazılmış diyebiliriz. Gerçekten de tüm dünyanın görmesi gereken güzellikler bizim ülkemizdeyken en az ziyaret edilenler de yine bizim ülkemizde. Bu durumu değiştirmek adına, çevremizdeki olağanüstü tarihin ve bu güzelliklerin farkına varmak adına devrim niteliğinde bir kitap. Gözünüz gönlünüz açılacak ve hemen en yakınınızdaki tarihi bölgelere seyahat etmek isteyeceksiniz. Bu muhteşem kitaptan kimsenin mahrum kalmasını istemiyor ve tarihimize sahip çıkılması adına bende bu yazıyı yazarak ufak da olsa bir adım atmak istiyorum.  Aynı zamanda kitaba ulaşmak için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz. Şimdiden keyifli okumalar.

https://books.google.com.tr/books?id=2thaEAAAQBAJ&printsec=frontcover&hl=tr&source=gbs_ge_summary_r&cad=0#v=onepage&q&f=false

KİTABIN TANITIM VİDEOSU:

https://www.youtube.com/watch?v=lHSShguL0hY

2 Mart 2022 Çarşamba

SAHAFLIK KÜLTÜRÜ

 

 Sahaflar ikinci el ve eski kitapların alınıp satıldığı kitapçılardır.  Dilimize Arapça olan sahife kelimesinden geçmiştir.  14-15. Yüzyıllarda Bursa ve Edirne’de gelişmeye başlayan sahaflık İbrahim Müteferrika’nın matbaayı bulmasıyla taçlandırılmıştır. Kitapların basılmasıyla okurlar koleksiyon yapma imkanları bulmuştur. Yapılan bu koleksiyonlar zamanla okurun vefat etmesiyle sahaflara bağışlanmaya başlamıştır. Bağışlanan ve takas edilen ikinci el kitaplar, kâğıt toplayıcılarının buldukları romanlar, sahafların genellikle kitaplarını temin etme yollarıdır. Günümüz sahafları test kitapları, posterler, plaklar ve pullar gibi koleksiyonluk ürünler satsalar bile sahaflığın eskiden beri süregelen kültüründe aslında eski kitapları satmak vardır. Günümüzde eski ve değerli kitapları talep eden olmadığı için -olsa da ekonomik anlamda gücü yetmediği için- sahaflar kiralarını ödeyebilmek ve geçinebilmek adına test kitapları ya da antika ürünler satmak durumunda kalıyorlar.

 Sahaflıkta ve okurlukta ortak olarak en zorlanılan yerlerden bir tanesi de ekonomidir. İnsanlar hayatlarını idame ettirebilmek için mesleklerinin kültürünü bozguna uğratmak zorunda kalıyorlarsa burada işçi sınıfının yapabileceği pek de bir şey görünmüyor. Sanatı ve zanaatı, mesleklerin özünü korumak için elini taşın altına koyacak eski kültürlere sahip çıkacak birileri ne yazık ki bulunmuyor.  Halbuki başka hayatların hikayelerini kendimizinkine eklememize yardımcı olan en kıymetli etken sahaflardır. Sahafların kendilerine has selüloz kokusu içeri girdiğiniz anda sizi başka diyarlara alır götürür.

 ‘Sahaf esnafı çoğunlukla yazma ve değerli kitap satan, derin kitap bilgisi ve ilmi olan, müşterisinin ihtiyacını gideren, ehline ehliyetle deva bulan bir ticaret erbabıdır’. Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak'ın bir sözü vardır. “Sahaflıkölenlerin kitaplarını alıpölecek olanlara satma sanatıdır.”  Ülkemizde pek çok yerde sahaflar çarşısı bulunmaktadır. İstanbul’da Beyazıt sahaflar çarşısı ve Beyoğlu Aslıhan çarşısı en bilinenleridir.  


 Son olarak araştırmalarım esnasında sahaflar belgeselinde duyduğum bir sözü paylaşmadan edemeyeceğim: “Kitabın üç büyük düşmanı vardır; ateş, su ve kadın.”  Bu sözün kullanılış biçiminde profesörlerin eve çok kitap aldıkları için eşlerinin kıskanmaları ve onlar öldükten sonra da kitapları hemen satmak istemeleri örnek olarak verilmiş. Her ne olursa olsun böylesine genel ve cinsiyetçi bir tanım çok yanlış. Okumayı seven, kitaplarda kendini bulan ve sahaf olan kadınlar da var. Örneğin İskenderiye kütüphanesinin yakılmasını önlemeye çalışan Hypatia bilge bir kadındı. Yani kadınlar kitapların düşmanı değil ancak dostu olabilirler.  Kitaplar söz konusu olduğu zaman kadınlar ve erkeklerin ayrımcılığa uğraması söz konusu bile olamaz. Kitap kendi bünyesinde cinsiyet barındırmaz.  

   Sahaflık kültürünü devam ettiren , Sorduğum bütün sorulara cevap veren ve her gittiğimde içten bir sıcaklıkla beni karşılayan Hakan Aktaş’a ve Serkan Aktaş’a teşekkürlerimle….

 

22 Kasım 2021 Pazartesi

KURTLARLA KOŞAN KADINLAR

 


  Merhabalar. Bugün 25 yılda tamamlanmış bir psikanaliz kitabını anlatacağım. İçinde hem mitolojiyi hem de psikolojiyi barındıran,16 ayrı öyküden oluşan bir kitap. Bu 16 bölümü birbirinden bağımsız olarak da okuyabilirsiniz.

  Yazarın bütün bir kitap boyunca tatlı tatlı yüzümüze çarptığı şey aslında içimizde bir köşede saklanmış olan vahşi kadındır.’ Kurtlarla kadınlar arasında vahşilikleri, zarafetleri ve içinde yaşadıkları topluluğun üyelerine duydukları bağ açısından psişik(ruhsal) bir benzerlik vardır.’ der yazar. Kısaca kadın doğayla iç içe olduğunda kendi içindeki vahşi kadın arketipini bulma olanağına erişir. Kendisinin yapabileceklerini gören ve inanan kadının elinden kurtulamayacak hiçbir şey yoktur. Tıpkı kitabın başındaki kemiklere şarkı söyleyen kadın gibi. Bu kadın ‘la lobadır.’ Kemiklere şarkı söyleyen kurt kadındır.  Çölden topladığı kemikleri birleştirip onlara büyük bir ilgi ve özenle şarkı söyler. Bir gün neredeyse bir kurdun bütün iskeletini toparlamıştır ki kurt bir anda ete kemiğe bürünür. La Loba’nın gözleri önünde ormana doğru koşmaya başlar. Kurt ay ışığının altında koşarken anında çok güzel, upuzun saçları olan ve özgürce ufka doğru koşarak kahkahalar atan bir kadına dönüşür. Bu mitolojik kurt kadın öyküsü kitaptaki en etkileyici öykülerden sadece bir tanesi. Eğer diğer öyküleri de merak ediyorsanız, içinizdeki vahşi kadını aramaya çıkmak istiyorsanız kendinize verebileceğiniz en muhteşem hediye bu kitaptır. Annenize, ablanıza, teyzenize ya da evlenecek bir yakınınızın çeyizine de ideal bir hediye olacaktır.

 

 KİTAPTAN ALINTILAR:

 “Biz olmadan vahşi kadın ölür. Vahşi kadın olmadan da biz ölürüz. Gerçek hayat için her ikisi de yaşamalıdır.”

 “Psikanalitik öğüt mü istiyorsunuz? Gidin kemik toplayın.”

“Çocuklarını istismar eden ana babalara yalnızca "katı" denildiği; iliklerine kadar sömürülen kadınların ruhsal yaralanmalarına "sinir krizi" adı verildiği; sımsıkı korselere sokulan, sımsıkı gemlenen ve sımsıkı dizginlenen kız ve kadınların "edepli", "zarif" görüldüğü bir zamandı ve hayatın sayılı anlarında yakalarını kurtarmasını beceren diğer kadınlar ise "kötü" damgası yediler.”

"Kişinin istediği şeyleri araması asla bir hata değildir. Asla."

"Dibe vurmak, son derece acı verici olsa da aynı zamanda tohum ekmenin zeminidir."

"Her eylem, başka her şeyden önce, tini güçlendirmekle işe başlar."

“Eğer size bir ara meydan okuyan, işe yaramaz, şımarık, kurnaz, asi, itaatsiz, isyankâr denmişse, doğru yoldasınız. Vahşi kadın, yakınlardadır.”

                     

“Kadınlar yirmili yaşlarına gelmeden önce bin kez ölmüşlerdir. Şu ya da bu yöne gitmişler ve engellenmişlerdir. Engellenmiş umutları ve düşleri de vardır. Aksini söyleyen hala uykudadır.”

“"Günümüz kadını, bulanık bir etkinlikler yumağına dönüşmüş durumda, herkes için her şey olmaya koşullandırılmıştır."

"Kadınlar, gerektiğinde hapishane duvarlarına mavi gökyüzünün resmini çizebilirler."

"Güçlü olmak, kas geliştirip şişirmek anlamına gelmez. İnsanın, kaçmadan kendi tanrısallığıyla buluşması, kendi kafasına göre vahşi doğayla iç içe bir hayat yaşaması anlamına gelir. Öğrenebilmek, bildiklerimize katlanabilmek anlamına gelir. Dayanmak ve yaşamak anlamına gelir."


19 Eylül 2021 Pazar

KORSAN KİTAP

 

   Bu yazımda korsan kitap ve orijinal kitabı ayırt etme yollarını, korsan kitapların neden alınmaması gerektiğini anlatmaya çalışacağım. Umarım bu konu hakkında bilgisi olmayan ya da bilgisi olup da dikkat etmeyenlere yardımcı olabilirim.

 Korsan olan her şeyde olduğu gibi korsan kitaplarda da çok büyük bir emek hırsızlığı var.  Yazarın, editörün, çevirmenin ve matbaada çalışan işçilerin kitap üzerinde verdiği emek hiçe sayılıyor.  Maalesef ki sahte bandroller ve bir fotokopi makinesiyle korsan kitap basımı oldukça kolay. Sahaflarda ve bazı internet sitelerinde de korsan kitap satışı bilinçsizce devam ediyor. Peki bu korsan kitap tuzağına düşmemek için ne yapmalıyız?

 Öncelikle bir kitabın korsan olup olmadığını kontrol etmenin aşamalarını anlatacağım. Şimdi elinize bir kitap alın ve kitabınızın arkasındaki bandrole dikkatlice bakın. Bandrolün üzerinde kitabın basım tarihi yazmalıdır. Kitabın ilk sayfasında baskı adedi ve basım tarihi bölümünde yazan tarihle bandrol üzerindeki  tarih aynı olmalıdır. ( bazı kitaplar- istisna olarak- bir yıl sonra basılmış gibi görünebilir. Bu yayınevinden kaynaklı bir durumdur.) Eğer bandrolle kitap üzerindeki tarih eşleşmiyorsa hemen korsan olduğunu söyleyemeyiz. Emin olmak için bir yöntem daha var. Bandrole zarar vermeden bir ucundan hafifçe kaldırarak çıkartmayı deneyin.   Eğer bandrol kitaptan çıkarken üzerinde gri parçalar bırakarak çıkıyorsa kitabınız orijinaldir. Fakat hiçbir iz bırakmadan kolay ve pürüzsüz bir şekilde çıkıyorsa elinizde korsan kitap tuttuğunuzu bilmelisiniz.  


     Korsan kitap çoğunlukla kendini belli eder. Kitabın kapak kalitesi, sayfaların kalitesi, yazı kalitesi, yamuk ve karışık baskı olup olmaması, beşinci sayfadan otuzuncu sayfaya atlaması ve fotokopi gibi görünmesi korsan bir kitabı ele verir. Piyasaya sürülen korsan kitapların ucuz olduğu için çok rağbet gördüğünü söyleyebiliriz. Ama bir kitabın ucuz olması korsan olduğu gerçeğini değiştirmez. Orijinal kitapların çok pahalı olduğunu söyleyip bilerek korsana yönelen veya bilmeden korsan kitap alanlar var. Maalesef ki orijinal kitapların çok pahalı olması üzücü bir durum. Okuma oranlarını da çok etkiliyor ama ucuz olduğu için korsan kitap almak yerine kütüphaneden ücretsiz okuyabilirsiniz ve paranızı da haksız bir kazanca vermemiş olursunuz. Korsan kitaplar ekonomik açıdan da pek çok sıkıntıya yol açıyor. Merdiven altı kitap basan yerler doğal olarak yayınevi ve yazarın ödediği vergiyi ödemiyorlar çünkü yasal olarak da bir kayıtları bulunmuyor. Siz korsan bir kitap aldığınızda ödediğiniz para yazara ve yayınevine bölüştürülmemiş oluyor. Bu durum da ekonomide bir açık yaratıyor.

 Bilinçli olup ödediğimiz paraların hak sahiplerine gidip gitmediğine yukarıda bahsettiğim yöntemlerle bakabilirsiniz. Kültürel üretimi desteklemek için korsan kitaba hayır!

KORSANA HAYIR!

30 Temmuz 2021 Cuma

OKUMAK!

 

   Okul dergisinin edebiyat bölümü için yazmış olduğum ‘Kitap okumak’ temalı yazıyı direkt burada da paylaşmak istemiştim. Fakat bir şeyler değiştirebileceğim zannıyla baskıcı bir şekilde o kadar çok vurgulamışım ve eleştirel yaklaşmışım ki o yazıyı beğenmediğim için bir yenisini daha kaleme alıyorum.

   Kitap okumak; at gözlüklerimizi çıkartıp ufkumuzu geliştirir. Zekayı kibarlaştırır ve bizi farklı diyarlara yolculuklara çıkartır. Kitap gözümüzle okuduğumuz zihnimizle de yönetmenliğini yaptığımız bir sinemadır , her kitap farklı senaryoda olsa dahi zihin onu yönetmesini bilir. Okuduğunuz eser teorik yada bilimsel bir kitap olabilir ama ilginizi çekiyorsa bundan keyif almamanız yada bir şeyler öğrenmemeniz mümkün değildir. Her kitap mutlaka size bir şeyler katacaktır. 


  Okumayı kitapla sınırlandırmamamız gerekir . gazete, makale, deneme ,dergi, senaryo, çizgi roman vb. yapıtlar okuma alanımızı zenginleştirirler. Zaten okumak başlı başına bir zenginliktir. Yaptığımız okumalarda güttüğümüz amaç da bir o kadar önemlidir. Bir şeyler öğrenmek ,kendimizi geliştirmek ya da kafa dağıtmak için okumalar yapılabilir. Her ne amaçla olursa olsun bir satır dahi bir şeyler okumak hayatınızda çok şey değiştirebilir. Hangi konulardan keyif aldığınızı bilirseniz okuma planınızı da o kadar keyifli hale getirirsiniz. Elinizden düşmeyecek, sürükleyici ve heyecanlı yapıtlar çoğunluğun tercihidir. Yok ben çoğunluğun içinde olmayayım kendi okuma stilimi oluşturayım diyorsanız -Allah kolaylık versin- klasiğinden modernine , edebiyatından kurgusuna kadar birçok farklı eser okuyup hangisinin sizi cezbettiğini bulmanız gerekir. Bu arayış esnasında zaman kayıpları, para kayıpları olabilir. Fakat zevk için harcadığınız paradan kitaplar için de sarf etmeniz sizden bir şeyler götürmeyecektir . Ama dünya üzerindeki yazılmış bütün kitapları okumaya ömrünüz ve paranız yetmeyeceği için bu konuda seçici olmanız gerekir. Kendinizi tanımanız bu noktada çok önemlidir.  Eğer tanıyamadığınızı düşündüğünüz ve kim olduğunuzu bilmediğiniz için okuma serüvenine atıldıysanız sevdiğiniz kişilerin, arkadaşlarınızın, sanatçıların önerdiği kitaplara göz atabilirsiniz. Neyin size hitap ettiğini kendiniz belirleyin ve herkesin önerisini de dikkate almayın. Çünkü kitap önermek bir noktada cinayete dönüşebiliyor.

 ( Ve son olarak da gelen tüm zamlara rağmen okuyun; kütüphaneden, internetten, sahaflardan veya arkadaşlarınızdan değiş tokuş yaparak okuyun, araştırın ve öğrenin.)

Adı:Kadın Öykü Seçkisi

  "Adı: Kadın Öykü Seçkisi"  Bu öykü seçkisine katılırken kazanabileceğime dair bir ümidim yoktu. Şansımı denemek istedim. İy...