Translate

kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2023 Perşembe

Kıyamet Emeklisi

 Şule Gürbüzün 2 cilt ve toplamda 924 sayfadan oluşan kitabı fiziki ağırlığının yanı sıra ruhsal bir ağırlıkla çöküyor üzerinize. Detaylı ve incelikle işlenmiş güzel bir roman okuyoruz.Sadece roman demek yeterli olmaz. Bir felsefe, bir tasavvuf belki de. 


 Ana karakterimiz Azizin 15 yaşında aile evinden kaçmasıyla olay örgüsü başlar. Aziz dilsiz orucunda olan ve onlarla hiç konuşmayan babası, eşine itaat eden annesi ve evin gözde çocuğu abisiyle anlaşamaması üzerine evden kurtulmak için çıkar gider. Sokaklarda dolanırken bir vesileyle sarılık tekkesi adında Hasan dedenin ve ayısının bulunduğu bir tekkeye girer. Biraz orada kalır. Ayıya yoldaş olur. Sonra Hasan dede Azizi melami tekkesine Hilmi babanın yanına götürür. Hilmi babanın yanındayken kendi babasından görmediği şeylerin arayışına düşer. Din ile beraber kendi içindeki benliklerle ilgili de bir arayışa geçer. Baba dediği Hilminin de yanından bir vesileyle alınınca bu sefer uşşaki teknesine Kemaleddin efendinin yanına gider. Erzuruma Ayçukuru köyündeki harabe bir kulübeye inzivaya gönderilir. Orada kendiyle ve Allah'la baş başa kalıp dünyanın derdinden tasasından arınacakken bir yandan da yaşamanın yollarını arar. Komşulardan ekmek yapmayı öğrenir,temizlik yapar,kendine bakmayı öğrenir. Komşularına da yaptığı yemekten ve ekmekten verir. Kendi içindeki sorgusu hep devam eder bu süreçte. Sonra bir gün şehir merkezinden bir haber gelir ve evine geri dönmesi gerekir. Dilsiz orucunda olan babası annesiyle birlikte evlerindeki bir yangında kimseden yardım isteyemeden ölürler. Anne ve babasının küllerine bakıp ağlayan Aziz , abisi Ademle de aralarında hiçbir kardeşlik bağı kalmadığından yapayalnız kalır. Hocası Kemaleddin efendinin tavsiyesiyle lise diploması alma sınavına girer. Diplomasını alır. Askere gider gelir ve artık dönecek bir evi sığınacak bir babası kalmayınca tavsiye edildiği üzere İstanbul'a Nuhu adında bir adamın yanına gider. orada iş bulup çalışmaya başlar. Manisalı Tevhide diye bir kızla evlenir. Evliliğinde de aradığı şeyi bulamaz. Yine içine kapanmaya devam eder. Adil adında ilk çocukları doğar. Aziz eve hiç uğramayan günün çoğunu Nuhuyla ya da evin terasında yalnız başına oturarak geçiren ilgisiz bir baba olur. Tıpkı kendi babasının yaptığı gibi. 2 yıl sonra da alev adında bir kızları olur. Tevhide bu sefer evlilikten ve aileden bulamadıklarını alevde aramaya koyulur. Aleve mandolin alır, onu kurslara yazdırır, güzel sanatlara gönderir ama alev de kendini hep babasına yakın hisseder. Adil daha içine kapanık ve nevrotik bir çocukken Alev babasının sorguladıklarının peşinden giden, abisinin hüznünü hisseden derin bir görüşe sahip olan bir çocuktur. Aziz aile hayatına devam ederken bir yandan da babanın yanından ani ayrılışının vicdan azabını dindirmek için tekrar Erzurum'a döner. Arar sorar bildiği bütün tekkelere gider ama babayı bulamaz. Onun öldüğünü öğrendiğinde mezarına gidip onunla vedalaşır ve evine geri döner. Döndüğünde hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Aziz işten ayrılır. Kendini ardiyeye kapatır, kimseyle konuşmadan ,su ve zeytin harici bir şey yiyip içmeden 2 ay yaşar. Bu hayattaki günlerinin yavaş yavaş sonuna geldiğini anlayan aziz emekli olmaya karar verir: Kıyamet emeklisi. 

Dünya azizin gözünde hep sorgulanması gereken, sorgulandığında bulunanın da kabul edilmemesi gereken bir yerdi hep. Emekli olurken rahat göçmüştür bu dünyadan umarım. Ayrıca kitapların kapak fotoğraflarını bizzat Erzurum Ayçukuru köyüne giderek Şule gürbüz çekmiş. 1.cildin kapağı evin içine yani azizin iç dünyasına bakarken ikinci cilt evin dış kapısına manzaraya bakıyordu. Bu kapakların da bizim için ve romanın gidişatı için önemi çok büyük.

 Bir kez daha hayran kaldım aklına ve kalemine, kendini ifade edişine. İyi ki varsın Şule Gürbüz. İyi ki tanıştırdın bizi Azizle. İyi ki bizi kendi içimizdeki harabeyle tanıştırdın.



10 Ocak 2023 Salı

Bir Mektup



“Belki hayat bir şeye başlama çağrısı yapıyordur. Var oluşun evet ve hayırının uyandırdığı duygular, her türlü yolculuğa başlamak için iyi bir nokta. Doğmak için doğru zamanı bekleyen bir canlı gibi kısıtlamalar da kendinden başka bir şey olarak doğacağı anı bekliyor.

 Güneş adillerin üzerinde olduğu gibi adaletsizlerin üzerinde de ışır. Sevinç bize dışarıdan verilmez. Birini ancak dışından topladığı sesler kurtarabilir. Henüz hiçbirimizin burada olmadığı bir zaman vardı. Kozmik başlangıç.  Ama insanlar gerçek ve doğrunun ne olduğunu bilemiyor, sadece her yeni durumda ne olmaları gerektiğine karar verebiliyor.

 Hatırlanamayacak kadar acı veren şeyler var. Çocukluk gibi. Dolmak isteyen daireler var. Bir bardak su almak için ayağa kalkan biri pencerenin önünden geçtiğinde ışıkta hızla dağılan toz zerrecikleri var.

 Zamanın başlangıcında içimize bir yaratılış fikri mi yerleştirildi. Neye dönüşeceğimizi bizi yoğururken ellerinde bilen bir çömlekçi tarafından.

 Affetmek yakıcı bir şeydir, ateşle çalışır. Artık ihtiyaç duymadığım şeyleri yakar. İnsan ancak artık ihtiyaç duymadığı şeyleri affedebilir. Lütuf nehri asla kurumaz derler. Bu nehir asla kurumaz. Sanmam.

 İçimden bir ses sana ne verilirse verilsin yeterli olmayacak çünkü bütün bunları içine koyacağın bilinçle şekillenmiş bir kabın yok diyor; her şey dağılıp dökülüyor. Aslında her karşılaşmanın aynı zamanda bir yok olma demek olduğunu ben zaten biliyordum. Kendimin başka bir versiyonunun daha yok olma anı. Deri değiştiren bir sürüngen gibi ayrılırken içimden yeni bir şey çıkıyor, yaşamaya bununla devam ediyordum. Aslında bu herkes için de böyle.

 Bir zaman açılmaya davet edilmiş bir şey şimdi neden kapansın? Çünkü hayat bunu gerektiriyor derler. Bir kapının aniden açılması, durgun bir merkezden daireye doğru yavaşça açılma, yara dokusunun kapanması, isteksiz ve eksik taraflarını onurlandırmak için işleyen sallantılar ve dönemeçler. Uçurumun tavanı. Eninde sonunda onu yok edeceksem kendimi neden inşa edeyim? Kendimle ilgili daima yanlış şeyler öğrendim. Benden öncekilerin sesini içimde taşıyarak. Tümüyle yeni bir bakma yolu arayarak ve onu bulamadan. Baktığımda bakan neydi? Konuştuğumda konuşan, yürüdüğümde yürüyen, sarıldığımda sarılan, ağladığımda ağlayan, yediğimde yiyen, uyuduğumda uyuyan, uyandığımda uyanan? Bende kendini arayan neydi? Böyle böyle bir şey yapmaktan korkar hale geldim. Bazen bir gün her şeyi anlayabileceğim düşüncesine kapılıyorum, her şeyi, hem de en ince haliyle. Olmanın yeni bir yolunu bulup sonra hemen unutuyorum. Bilme şeklim o kadar hatalı ki bana hiçbir kılavuz, hiçbir kitap yardımcı olamıyor. "Geçmişi unut. Yalnızca devam et." "Senin dediğin olsun. " "Işığı değil gölgeyi takip ettin." "Geri dön. Geri ver. Bundan kimseye bahsetme."

 Hayat uzun bir başkalarının kavramlarıyla baş etme hikâyesi olmamalı. Olamaz. İçeride kalmam söylendi. Kaldım. Kendimi daha önce geçtiğim yollarla dengeledim. Ben, şeyleri başlatmakta mı, onları sonlandırmakta mı, yoksa sürdürmekte mi iyiyim? Bir doğam var ve ben yaşarken kendini yaratan ikinci bir doğam daha. Hep içeride kal diyen yolların sınırına yaklaştığımda bu defa göğsümde bir gücün harekete geçmek için toplandığını duydum. Hiçbir şey yeterli değildi evet ama her şey çok fazlaydı. Ne zaman bir şeyi görmek istesem, gözlerimi o şeyin bedenime yerleşmesi için oyulmuş iki delik olarak kabul ettim. Etmeyen göremez. Ama ben sadece gören değil izleyen de olmak istiyorum. Bir çocuk ya da hayvan değilsem insanların gerçeği söylediğini nasıl bilebilirim? Gerçekten önemli olan nedir?

Sevgiyi anlamanın tek yolu sevmektir. Ölümü anlamanın tek yolu ölmektir. Bu düşünce acı yaratıyorsa da acı, hissizlikten iyidir. Var olmanın tadına ve bir yoluna bakmalı ama ona bağlanmamalı. Bütün izlenimlerden kaçmalı. Geride herkesin hafızasında canlanacak zarif bir beden bırakmalı. Kendinin fikrini, adının hatırasını. Hayatın çokluğu başımı döndürdü. Zirve ve dip. Varoluşun sorun çözmek sokağı. Kaderin tamamlanması. Muhafız. Olaylar bana hâkim oldu.

 

Derinleşen her şey dikkat gerektirir. Dostların seni yarı yolda bırakabilir. Sütün İçinde süt, Suyun içinde su ve senin içinde sen varsın. Her şey kendi armağanıyla geliyor, dolaşıyor, bakışıyor, gidiyor. Olan oldu. Olanda hayır vardır derler. Sanmam. Tümüyle İnsan olmama yardım edecek şeyleri nerede bulabilirim? Mutlaka yıpranmış olacaklar. Acının eşlik ettiği derin sevgiye yani arzuya yaşama iştahına nüfuz edilmiş değil, olduğu yerde duruyor o, kendinden başka şeylere hayat vererek, hızlandırarak. Yine de bir şeyin yaşaması için illaki başka bir şeyin ölmesi mi gerekiyor. Bir kurtarıcıyı bekleyebilmek için önce kendini inkâr etmelisin. Sonra ortadaki her şeyi süpürecek ikinci bir rüzgâr gelir, toparlayarak süpürüp götürür. Güç yalnızca gizlice kullanılırsa kendini gerçekleştirebilir. Hareket ederek nereye varılabilir? Bu, yutulması zor bir ilaç. Yine de hatırlamaya, bilmeye, sevmeye ve aramaya çalıştım. Birçok defa birçok şeyi, birçok yeri, birçok kişiyi bütün ihtiyaçlarımın sığınağı sandım. Daima yanıldım. Saat bozuldu, makinist öldü. Öyle olmalı çünkü zamanın dışına atıldım. Anlaşılmayacağını bile bile tonlarca şey yaptım. Yollara çıktım, başkaları için yeni yollar hazırladım. Bıraktığımı zannettiğim her şeye tekrar tekrar saplandım, yol üzerinde durmadan geriye katlandım. Görünmez bir elin itmesiyle oldu bu.

Ama hiçbir şey tam olarak tekrar elde edilemez. Her seferinde gizemli bir yan yol, yeni bir kapı belirir. Başlangıç ve son çok önemlidir. Parlaklığının sınırına varan bir yıldız dönerek kendi içine çöker. Kutlamalı. Rahatlamalı. Teslim olmalı. Nefesimin bedenine dokunan çok ince bir zımparaya benzediğini söylemiştin. "İstersen cila bezi de diyebilirsin." Durmak ve yön değiştirmek için doğru zaman geldi. Ritme geri dönüyorum. Başkalarının odalarını temizlemekten usandım. Ateşi izleyeceğim. Ve küllere üfleyeceğim. Gerekirse kederleneceğim. Merhamet ve tesellinin kaynağına doğru yürüyeceğim. Başka bir oyuna, başka bir odaya, başka bir yere gideceğim. Köklerimi yerinden söküp saplarımı etrafa serpeceğim. Yeni bir yer inşa edeceğim. Tüm borçluların borçlarını sileceğim, yeryüzünün bütün topraklarını pay edeceğim, herkesi akşam yemeğe davet edeceğim. Hayata katılmam talep ediliyor. Bir dairede diğerleriyle biz araya gelmem isteniyor. Ama bana söyleyebilir misin bunun ne yararı var? Bir şey gerçekten değişebilir mi?

Hatırlıyorum, kalp genişledikçe hayatın bahçesi de çiçekleniyordu. Aynı anda sayısız büyüme küçülme, azalma artma, çiçeklenme, çürüme. Baş döndürücü bir başlama hevesi. Asla kolay olmadı. Dayanıklılık gerek. Sebat şart. İnsan hayatı boyunca sadece acıyı ve kaybı yaşar. Direnmek kalbin içinde çelişkiler yaratır. Şu anda her şey bana parlak, canlı ve zeki görünüyor. Galiba her şey evrenin başlangıcında da tıpkı böyleydi. Daralma. Açılma. Parlama.

Göçebe yaşantısına dönemem. Dönemeyiz. Yanlışsız bir biçimde var olmayı bilmiyorum. Hayat beni devam etmeye çağırıyor. Bildiğim tek biçimde devam edeceğim. Tamam. Ben, üzüntüden kaçmayı seçiyorum.

N.”

 Bu yazı intihar mektuplarının o kasvetli havasının aksine son derece öz farkındalıkla dolu bir yeniden doğuş seremonisi aslında. Kendinin farkında ve artık ne yapamayacağına karar vermiş bir insanın mektubu. Varoluşunu çeşitli sorularla en sona anına kadar sorgulayan, cevaplar bulamasa da vazgeçişin tatlı huzuruna eren son derece narin bir ruh. İlk okuduğumda bunun intihar mektubu olduğunu kavrayamamıştım çünkü sebebini anlayamadığım bir şekilde yaşam dolu ve gerçeklerle bezeliydi. Ne yazık ki gerçekler her ruha eşit hissettiremediğinden ve hassas kalplerin en büyük düşmanı olduğundan dayanılamaz bir ağrıya dönüşebiliyor. Bu ağrıya dayanabilenler, dayanamayanlar ve dayanabileceği halde bunu yapacak gücü kendinde bulamayanlar için nihan bu mektubu bıraktı.

 Bu mektup kimileri için kasvetli ve son derce depresif olabilir. Ama içinde taşıdığı derin anlamlara bakılacak olursa çok da iyi bir ders veriyor. Yaşamaya farklı perspektiflerden bakıp analiz yapıyor. Bu analizin sonucunda Nihan bir sonuca erişti ve unutulamayacak bir kitap karakteri olarak adını sonsuza yazmaya karar verdi.

Bu mektupta kendinden bir şey bulabilenlere ve Nihan’a….

22 Kasım 2022 Salı

PUSLU KITALAR ATLASI

 

 Türk edebiyatının kıymetli ve başarılı Post modern eserlerinden biri olan Puslu Kıtalar Atlası'nı okumadığım için hep utanırdım. Bunca zaman neden erteleyip okumadığıma bir anlam veremesem de kitabı beğendiğimi söyleyebilirim. Öykü içinde öykü şeklinde ve muhteşem kurgularla ilerleyen bu kitapta baş kahramanımız Uzun İhsan Efendi. Kahramanımız evinden bile çıkmayarak sadece düşleriyle bir gezintiye çıkar ve bu gezintiler sonucunda eserin adı oluşur: Puslu Kıtalar Atlası. Uzun ihsan efendinin Descartes’in “düşünüyorum öyleyse varım.” felsefesinden yola çıkarak “ben düşünüyorsam siz varsınız.” Diyor ve düşünmeye başlıyor. Düşlediği şeyleri bir bir not ediyor ve oğlu Bünyamin’e bu defteri veriyor.

 Defterle birlikte bir yolculuğa çıkan Bünyamin’in başına gelen ilginç olayları okuyoruz. Kâh yeniçerilerle, dilencilerle kâh kerpetenle diş çeken ve boşluğa inananlarla ilerleyen sürükleyici bir roman. Babası neyi düşlediyse ve not ettiyse Bünyamin’in başına da bizzat aynı olaylar geliyor. Bundan ötürü kitabın bazı yerlerinde acaba uzun ihsan bir oğlu olduğunu mu düşledi? Bünyamin gerçekte yok mu? diye düşünebilirsiniz. Asıl heyecanı da burada zaten. Bir sonraki cümlede bile ne olacağını tahmin edemeden, ters köşelerle çevrili bir kurguya kapılıyoruz. Gerçeklik algınızı sorgulatan ve pek çok şeyin üzerine düşündürten felsefi bir roman diyebiliriz. Okudukça ufkunuz genişleyecek ve olayların gidişatını merak edeceksiniz. Keyifli okumalar.

                                                  ALINTILAR:

1-“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, Bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerini altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa uzun İhsan Efendi dünyanın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kur'an'ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes dünyayı onun gibi okuyup şehadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk bu dünyanın şahidi olmaktı.”

2-“Düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?”

3-“Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?”

4-“Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurgu göremesen de bari küçük bir şerçeyi gör. Kaf dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl."

17 Haziran 2022 Cuma

MARY - EFES'E YOLCULUK-

 

 Hz. İsa’nın göğe yükselmesinden sonra Meryem ana Efes’e doğru zorlu bir yolculuğa çıkar. Bundan tam iki bin yıl sonra Mary adında bir azize altı yaşındaki lösemili oğluyla birlikte aynı yolculuğa çıkacaktır. Şifalı suyu aramaya çıktıkları bu mucizevi yolculukta her an yüreğiniz ağzınızda ve akışın içinde sanki sizde varmışsınız gibi hissedeceksiniz. Bin yıl önceki tarihsel gerçeklerin günümüz kurgusuyla çok iyi bir şekilde birleştirilmiş halini okuyacaksınız.

  Mary, kendisinin bir azize olduğunun farkında değildir. Bir gün hastanedeki oğlunun başında beklerken uyuyakalır. Rüyasında Meryem anayı ve Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Yuhannayı görür. Bu rüyaların ardından gelişen olaylar sonucu Mary kendisinin seçilmiş biri olduğunu öğrenir. Gördüğü rüyalardan yola çıkarak şifalı suya oğlunu götürmek için Türkiye’ye gitmeye karar verir. Oğlunun doktorunu da alıp Türkiye’ye Meryem ananın evine ve şifalı suya doğru yolculuğa çıkarlar. Mary’nin peşine onu öldürme göreviyle kardinalin adamları takılmıştır.

     Mary Türkiye’ye gelir gelmez şifalı suya gider ve elini keserek suyun altına tutar. Hiçbir iyileşme göremeyince suyun şifalı olmadığını anlayıp ümitsizliğe kapılır. Uzaktan olanı biteni izleyen Mengü kadın Mary’nin halini görüp onu hemen yakınlardaki evine götürür. Mary’nin dilini bilmediği için rehber Mustafa’yı çağırır.  Mengü kadın aslında doğaüstü güçlerle iletişime geçebilen birisidir ve Mary’nin neden buralara kadar geldiğini öğrenmiştir. Mary’nin uyumasını sağlayarak rüyalarındaki yolculuğunu tamamlamasını beklerler. Rüyasında iki bin yıl önce Meryem ananın yaşadıklarını tüm detaylarıyla gören Mary şifalı suyun gerçek yerini öğrendikten sonra uyanır. Oğlunu da alıp şifalı suya gider.

  Türkiye’nin önemli zenginliklerinden olan Efes, Laodikya, Hierapolis vb. nice güzelliklerden kitapta da detaylıca bahsediliyor. Hatta kitap bu muhteşem kurgunun ardında bu güzellikleri tanıtmak ve ülkemizdeki inanç turizmini geliştirmek adına yazılmış diyebiliriz. Gerçekten de tüm dünyanın görmesi gereken güzellikler bizim ülkemizdeyken en az ziyaret edilenler de yine bizim ülkemizde. Bu durumu değiştirmek adına, çevremizdeki olağanüstü tarihin ve bu güzelliklerin farkına varmak adına devrim niteliğinde bir kitap. Gözünüz gönlünüz açılacak ve hemen en yakınınızdaki tarihi bölgelere seyahat etmek isteyeceksiniz. Bu muhteşem kitaptan kimsenin mahrum kalmasını istemiyor ve tarihimize sahip çıkılması adına bende bu yazıyı yazarak ufak da olsa bir adım atmak istiyorum.  Aynı zamanda kitaba ulaşmak için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz. Şimdiden keyifli okumalar.

https://books.google.com.tr/books?id=2thaEAAAQBAJ&printsec=frontcover&hl=tr&source=gbs_ge_summary_r&cad=0#v=onepage&q&f=false

KİTABIN TANITIM VİDEOSU:

https://www.youtube.com/watch?v=lHSShguL0hY

2 Mart 2022 Çarşamba

SAHAFLIK KÜLTÜRÜ

 

 Sahaflar ikinci el ve eski kitapların alınıp satıldığı kitapçılardır.  Dilimize Arapça olan sahife kelimesinden geçmiştir.  14-15. Yüzyıllarda Bursa ve Edirne’de gelişmeye başlayan sahaflık İbrahim Müteferrika’nın matbaayı bulmasıyla taçlandırılmıştır. Kitapların basılmasıyla okurlar koleksiyon yapma imkanları bulmuştur. Yapılan bu koleksiyonlar zamanla okurun vefat etmesiyle sahaflara bağışlanmaya başlamıştır. Bağışlanan ve takas edilen ikinci el kitaplar, kâğıt toplayıcılarının buldukları romanlar, sahafların genellikle kitaplarını temin etme yollarıdır. Günümüz sahafları test kitapları, posterler, plaklar ve pullar gibi koleksiyonluk ürünler satsalar bile sahaflığın eskiden beri süregelen kültüründe aslında eski kitapları satmak vardır. Günümüzde eski ve değerli kitapları talep eden olmadığı için -olsa da ekonomik anlamda gücü yetmediği için- sahaflar kiralarını ödeyebilmek ve geçinebilmek adına test kitapları ya da antika ürünler satmak durumunda kalıyorlar.

 Sahaflıkta ve okurlukta ortak olarak en zorlanılan yerlerden bir tanesi de ekonomidir. İnsanlar hayatlarını idame ettirebilmek için mesleklerinin kültürünü bozguna uğratmak zorunda kalıyorlarsa burada işçi sınıfının yapabileceği pek de bir şey görünmüyor. Sanatı ve zanaatı, mesleklerin özünü korumak için elini taşın altına koyacak eski kültürlere sahip çıkacak birileri ne yazık ki bulunmuyor.  Halbuki başka hayatların hikayelerini kendimizinkine eklememize yardımcı olan en kıymetli etken sahaflardır. Sahafların kendilerine has selüloz kokusu içeri girdiğiniz anda sizi başka diyarlara alır götürür.

 ‘Sahaf esnafı çoğunlukla yazma ve değerli kitap satan, derin kitap bilgisi ve ilmi olan, müşterisinin ihtiyacını gideren, ehline ehliyetle deva bulan bir ticaret erbabıdır’. Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak'ın bir sözü vardır. “Sahaflıkölenlerin kitaplarını alıpölecek olanlara satma sanatıdır.”  Ülkemizde pek çok yerde sahaflar çarşısı bulunmaktadır. İstanbul’da Beyazıt sahaflar çarşısı ve Beyoğlu Aslıhan çarşısı en bilinenleridir.  


 Son olarak araştırmalarım esnasında sahaflar belgeselinde duyduğum bir sözü paylaşmadan edemeyeceğim: “Kitabın üç büyük düşmanı vardır; ateş, su ve kadın.”  Bu sözün kullanılış biçiminde profesörlerin eve çok kitap aldıkları için eşlerinin kıskanmaları ve onlar öldükten sonra da kitapları hemen satmak istemeleri örnek olarak verilmiş. Her ne olursa olsun böylesine genel ve cinsiyetçi bir tanım çok yanlış. Okumayı seven, kitaplarda kendini bulan ve sahaf olan kadınlar da var. Örneğin İskenderiye kütüphanesinin yakılmasını önlemeye çalışan Hypatia bilge bir kadındı. Yani kadınlar kitapların düşmanı değil ancak dostu olabilirler.  Kitaplar söz konusu olduğu zaman kadınlar ve erkeklerin ayrımcılığa uğraması söz konusu bile olamaz. Kitap kendi bünyesinde cinsiyet barındırmaz.  

   Sahaflık kültürünü devam ettiren , Sorduğum bütün sorulara cevap veren ve her gittiğimde içten bir sıcaklıkla beni karşılayan Hakan Aktaş’a ve Serkan Aktaş’a teşekkürlerimle….

 

19 Eylül 2021 Pazar

KORSAN KİTAP

 

   Bu yazımda korsan kitap ve orijinal kitabı ayırt etme yollarını, korsan kitapların neden alınmaması gerektiğini anlatmaya çalışacağım. Umarım bu konu hakkında bilgisi olmayan ya da bilgisi olup da dikkat etmeyenlere yardımcı olabilirim.

 Korsan olan her şeyde olduğu gibi korsan kitaplarda da çok büyük bir emek hırsızlığı var.  Yazarın, editörün, çevirmenin ve matbaada çalışan işçilerin kitap üzerinde verdiği emek hiçe sayılıyor.  Maalesef ki sahte bandroller ve bir fotokopi makinesiyle korsan kitap basımı oldukça kolay. Sahaflarda ve bazı internet sitelerinde de korsan kitap satışı bilinçsizce devam ediyor. Peki bu korsan kitap tuzağına düşmemek için ne yapmalıyız?

 Öncelikle bir kitabın korsan olup olmadığını kontrol etmenin aşamalarını anlatacağım. Şimdi elinize bir kitap alın ve kitabınızın arkasındaki bandrole dikkatlice bakın. Bandrolün üzerinde kitabın basım tarihi yazmalıdır. Kitabın ilk sayfasında baskı adedi ve basım tarihi bölümünde yazan tarihle bandrol üzerindeki  tarih aynı olmalıdır. ( bazı kitaplar- istisna olarak- bir yıl sonra basılmış gibi görünebilir. Bu yayınevinden kaynaklı bir durumdur.) Eğer bandrolle kitap üzerindeki tarih eşleşmiyorsa hemen korsan olduğunu söyleyemeyiz. Emin olmak için bir yöntem daha var. Bandrole zarar vermeden bir ucundan hafifçe kaldırarak çıkartmayı deneyin.   Eğer bandrol kitaptan çıkarken üzerinde gri parçalar bırakarak çıkıyorsa kitabınız orijinaldir. Fakat hiçbir iz bırakmadan kolay ve pürüzsüz bir şekilde çıkıyorsa elinizde korsan kitap tuttuğunuzu bilmelisiniz.  


     Korsan kitap çoğunlukla kendini belli eder. Kitabın kapak kalitesi, sayfaların kalitesi, yazı kalitesi, yamuk ve karışık baskı olup olmaması, beşinci sayfadan otuzuncu sayfaya atlaması ve fotokopi gibi görünmesi korsan bir kitabı ele verir. Piyasaya sürülen korsan kitapların ucuz olduğu için çok rağbet gördüğünü söyleyebiliriz. Ama bir kitabın ucuz olması korsan olduğu gerçeğini değiştirmez. Orijinal kitapların çok pahalı olduğunu söyleyip bilerek korsana yönelen veya bilmeden korsan kitap alanlar var. Maalesef ki orijinal kitapların çok pahalı olması üzücü bir durum. Okuma oranlarını da çok etkiliyor ama ucuz olduğu için korsan kitap almak yerine kütüphaneden ücretsiz okuyabilirsiniz ve paranızı da haksız bir kazanca vermemiş olursunuz. Korsan kitaplar ekonomik açıdan da pek çok sıkıntıya yol açıyor. Merdiven altı kitap basan yerler doğal olarak yayınevi ve yazarın ödediği vergiyi ödemiyorlar çünkü yasal olarak da bir kayıtları bulunmuyor. Siz korsan bir kitap aldığınızda ödediğiniz para yazara ve yayınevine bölüştürülmemiş oluyor. Bu durum da ekonomide bir açık yaratıyor.

 Bilinçli olup ödediğimiz paraların hak sahiplerine gidip gitmediğine yukarıda bahsettiğim yöntemlerle bakabilirsiniz. Kültürel üretimi desteklemek için korsan kitaba hayır!

KORSANA HAYIR!

25 Ağustos 2021 Çarşamba

Bir delinin hatıra defteri

 

 43 NİSAN 2000

 Yazı memuru olan Aksenti İvanoviç memur maaşıyla üzerine yeni bir palto bile alamamaktadır. İşyerindeki müdürünün kızına âşık olur fakat aşkına karşılık bulamaz. Kavuşamamakla birlikte bir de kendisini İspanya kralı zanneder. Aksenti İvanoviç içten içe delirmeye başlar. 

 Bu delilik Gogol'un kitaplarının sansür kurulundan geçebilmesinde büyük rol oynar. Çünkü Gogol kitaplarının alt metninde Rusya'nın memur-devlet ilişkisini ve ekonomisini gizliden gizliye eleştirir. Bu eleştiriyi bir delinin ağzından yapıyormuş gibi gösterdiği için kitapları günümüze kadar ulaşabilmiştir. Gogol'un yaptığı bu strateji o kadar dâhiyanedir ki o dönem yazarlarına ilham olur. Dostoyevski " Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık. " diye boşuna söylememiştir. 

                KİTAPTAN ALINTILAR:

  • " Çarpık bir buruna değil, sakat ve sahte bir ruha gülelim."
  • “Ama bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir. Mutluluk, bir kez geldikten hemen sonra azalır. Biraz zaman geçince bitmeye yüz tutar.”
  • " İnsanın her şeyden bezmesi modern bir hastalıktır."
  • “Bana göre, düşünceleri, duyguları ve izlenimleri başkalarıyla paylaşmak dünyadaki en büyük mutluluklardan biridir.”

TİYATRO (25.08.2021)


Erdal Beşikçioğlu'nun büyük bir emek vererek oynadığı tiyatroyu canlı izlemek unutulmazdı. Tek başına 75 dakika boyunca bir deliyi oynadı ve seyirciye de deliliğini hissettirdi. Sergilediği performanstan ötürü Erdal Beşikçioğlu'na ve büyük zorluklar altında yazdığı kitap için de Gogol'a saygılarımı sunuyorum.

(Burundan bu kadar çok bahsedilen kitapta ve tiyatroda, gösteri başlamadan yarım saat önce burnumun kanamasını da bir işaret olarak algılıyorum. Deliliğin tesadüf olmadığının bir işareti….)

 

Adı:Kadın Öykü Seçkisi

  "Adı: Kadın Öykü Seçkisi"  Bu öykü seçkisine katılırken kazanabileceğime dair bir ümidim yoktu. Şansımı denemek istedim. İy...