Türk
edebiyatının kıymetli ve başarılı Post modern eserlerinden biri olan Puslu
Kıtalar Atlası'nı okumadığım için hep utanırdım. Bunca zaman neden erteleyip
okumadığıma bir anlam veremesem de kitabı beğendiğimi söyleyebilirim. Öykü
içinde öykü şeklinde ve muhteşem kurgularla ilerleyen bu kitapta baş
kahramanımız Uzun İhsan Efendi. Kahramanımız evinden bile çıkmayarak sadece
düşleriyle bir gezintiye çıkar ve bu gezintiler sonucunda eserin adı oluşur:
Puslu Kıtalar Atlası. Uzun ihsan efendinin Descartes’in “düşünüyorum öyleyse
varım.” felsefesinden yola çıkarak “ben düşünüyorsam siz varsınız.” Diyor ve
düşünmeye başlıyor. Düşlediği şeyleri bir bir not ediyor ve oğlu Bünyamin’e bu
defteri veriyor.
Defterle
birlikte bir yolculuğa çıkan Bünyamin’in başına gelen ilginç olayları okuyoruz.
Kâh yeniçerilerle, dilencilerle kâh kerpetenle diş çeken ve boşluğa inananlarla
ilerleyen sürükleyici bir roman. Babası neyi düşlediyse ve not ettiyse
Bünyamin’in başına da bizzat aynı olaylar geliyor. Bundan ötürü kitabın bazı yerlerinde
acaba uzun ihsan bir oğlu olduğunu mu düşledi? Bünyamin gerçekte yok mu? diye
düşünebilirsiniz. Asıl heyecanı da burada zaten. Bir sonraki cümlede bile ne
olacağını tahmin edemeden, ters köşelerle çevrili bir kurguya kapılıyoruz.
Gerçeklik algınızı sorgulatan ve pek çok şeyin üzerine düşündürten felsefi bir
roman diyebiliriz. Okudukça ufkunuz genişleyecek ve olayların gidişatını merak
edeceksiniz. Keyifli okumalar.
ALINTILAR:
1-“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti.
Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, Bu
yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara
sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki,
kendilerini altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem
kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı.
Oysa uzun İhsan Efendi dünyanın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık
sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kur'an'ın
kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden
herkes dünyayı onun gibi okuyup şehadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına
aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir
şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun
macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk bu
dünyanın şahidi olmaktı.”
2-“Düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?”
3-“Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu
karanlığın ta kendisi değil miydi?”
4-“Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurgu
göremesen de bari küçük bir şerçeyi gör. Kaf dağına varamasan bile hiç olmazsa
evinden çıkıp kırlara açıl."